Zil çaldığında tam banyo yapmak üzereydi.
- She was just about to take a bath when the bell rang.
İstasyona vardığımda tren tam hareket etmek üzereydi.
- When I arrived at the station, the train was just about to leave.
Çeşitli şeyler hakkında konuştuk.
- We talked about various things.
Asal sayılar hayata benzer, onlar tamamen mantıksaldır fakat, eğer tüm zamanınızı onun hakkında düşünmek için harcarsanız kurallarının bulunması imkânsızdır.
- Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it.
Tom Mary'ye kendi probleminden bahsetmesine rağmen, onu nasıl çözeceğine dair onun herhangi bir tavsiyesini dinlemek istemiyordu.
- Even though Tom told Mary about his problem, he didn't want to listen to any advice she had on how to solve it.
Tom'un kendini öldürmeyi düşündüğüne dair kesinlikle fikrim yoktu.
- I certainly had no idea Tom was thinking about killing himself.
O fiyat değişikliği konusunda bir uyarı koydu.
- He put up a notice about the change in price.
Öyle şeyler konusunda bilgim yok.
- I don't know about things like that.
Tsez dili, Dağıstan'da yaklaşık 15.000 kişi tarafından konuşulan bir Kuzeydoğu Kafkasya dilidir.
- Tsez is a Northeast Caucasian language spoken by about 15,000 people in Dagestan.
Sözlük, yaklaşık yarım milyon kelime içeriyor.
- The dictionary contains about half a million words.
Tom hemen hemen senin kadar uzun.
- Tom is just about as tall as you are.
Tom artık hemen hemen her yerde olabilr.
- Tom could be just about anywhere by now.
O, takriben benimle aynı yaştadır.
- She's about the same age as I am.
Takriben senin yaşındayız.
- We are about your age.
Bu sandalyeyi onartmak aşağı yukarı ne tutar?
- About how much would it cost to have this chair repaired?
Tom istediği bir şeyi almak için aşağı yukarı yeterince zengin.
- Tom is rich enough to buy just about anything he wants.
Genellikle saat altı otuz civarında kalkarım.
- I usually get up at about six-thirty.
Tam fiyatın ne olduğunu unuttum fakat 170 dolar civarındaydı.
- I forgot what the exact price was, but it was about 170 dollars.
Bu konuyla ilgili seninle tekrar temasa geçeceğim.
- I will get in touch with you again about this matter.
Televizyonda, yüzünde ciddi bir görünümü olan birisi ülkemizin geleceği ile ilgili sorunlar hakkında konuşuyor.
- On TV someone with a serious look on his face is talking about the problems of our country's future.
Bahçenin etrafında yüksek bir duvar vardı.
- There was a high wall about the garden.
Tüm bahçenin etrafında yüksek bir duvar duruyor.
- A high wall stands all about the garden.
Tom ayağa kalktı ve etrafına baktı.
- Tom stood up and looked about.
Tom ve arkadaşları ateşin etrafına oturdular, iyi eski günlerden bahsettiler.
- Tom and his friends sat around the fire, talking about the good old days.
O, senin ne kadar değerli olduğunla ilgili değil fakat sana sahip oldukları için ne kadar ödeyecekleri ile ilgilidir.
- It's not about how much you're worth, but how much they are going to pay for having you.
Televizyonda, yüzünde ciddi bir görünümü olan birisi ülkemizin geleceği ile ilgili sorunlar hakkında konuşuyor.
- On TV someone with a serious look on his face is talking about the problems of our country's future.
Çin'in nüfusu Japonya'nınkinin 8 misli kadar büyüktür.
- The population of China is about eight times as large as that of Japan.
Para için o kadar çok kaygılanma.
- Don't worry about money so much.
Tom, Vikingler'in dünya tarihine etkileri üzerine beş dakikalık bir sunum yaptı.
- Tom gave a five-minute presentation about the influence of the Vikings on world history.
Bir parça kağıdın üzerine, yanınızda oturan kişi hakkında hoşlandığınız bir şey yazın lütfen.
- Please write, on a piece of paper, something you like about the person sitting next to you.
Buralarda anahtarımı kaybettim.
- I lost my key about here.
Buralarda manzara çok güzeldir.
- The scenery about here is very beautiful.
Yaklaşık onun yarısını yedim ve geriye kalanını tabağımda bıraktım.
- I ate about half of it and left the rest on my plate.
Yataktan çıkmadan önce günün geriye kalanında ne yapacağım hakkında düşünerek biraz zaman harcarım.
- Before I get out of bed, I spend a little time thinking about what I'll be doing the rest of the day.
Tom neredeyse toplantıyı unutuyordu.
- Tom almost forgot about the meeting.
Ancak, onun kız arkadaşı bencil ve neredeyse Brian hakkında hiç endişelenmez.
- However, his girlfriend is selfish and hardly worries about Brian.
Masanın üstünde dans etme hakkında bir kitap var.
- There's a book about dancing on the desk.
Bir araştırma 2008'de erkeklerin yaklaşık 10%'nun obez olduğunu buldu. Bu, 1980'de yaklaşık 5%'in biraz üstündeydi.
- A study found that almost 10% of men were obese in 2008. That was up from about 5% in 1980.
O her gün şemsiyesini yanında taşır.
- He carries his umbrella about with him every day.
Dün gece saat onda evinizin yanından geçtim.
- I passed by your house about 10 last night.
Bu sıralarda, Lucius Cornelius Sulla, Roma diktatörü olduktan sonra, Sezar'ın onun egemenliği için siyasi bir tehdit olduğunu düşündü.
- At about this time, Lucius Cornelius Sulla, after becoming the dictator of Rome, thought that Caesar was a political threat to his rule.
Onun çevresindeki öğrenciler testten bahsediyordu.
- The students around her were talking about the test.
Onlar ormanın çevresinde dolaştı.
- They roamed about the forest.
He's standing at the edge, and I think he's about to jump.
Why, then, I see, ‘tis time to look about, / When every boy Alphonsus dares control.
And when Paul was now about to open his mouth, Gallio said unto the Jews, If it were a matter of wrong or wicked lewdness, O ye Jews, reason would that I should bear with you:.
'John, I have observed that you are often out and about of nights, sometimes as late as half past seven or eight. ...'.
Let not mercy and truth forsake thee: bind them about thy neck; write them upon the table of thine heart:.
Note: This use passes into the adverbial sense.).
Is not this sudden interest in capturing CO2 — and it has been about for a little while — simply another hidey-hole for the government to creep into?.
Mr. Carter, whose back had been turned, turned about and faced his niece.
Nothing daunted, the fleet put to sea, and after sailing about the island for some time, a landing was effected in the west of Munster.
And withal they learn to be idle, wandering about from house to house; and not only idle, but tattlers also and busybodies, speaking things which they ought not.
'I'll tell you what, Fanny: she must have her way about Sarah Thompson. You can see her to-morrow and tell her so.