Küçük erkek kardeşim televizyon izliyor.
- My little brother is watching television.
O suda küçük bir bot ile denize açılıyor.
- He is sailing a little boat on the water.
Ben biraz Japonca konuşuyorum.
- I speak a little Japanese.
Ben biraz İngilizce öğreniyorum.
- I am learning a little English.
O yumuşak kilden ufak bir heykel yaptı.
- He made a little statue out of soft clay.
Onun başarılı olacağına dair ufak bir umut var.
- There is little hope that he will succeed.
Kanepede azıcık kestir.
- Take a little nap on the sofa.
Bir seferde azıcık iş yapacağım.
- We'll do a little at a time.
İşte senin için bir parça tavsiye, Tom.
- Here's a little nugget of advice for you, Tom.
O pastadan bir parça alabilir miyim?
- Could I get a little piece of that cake?
Sahip olduğum az miktarda parayı ona verdim.
- I gave him what little money I had.
O, fakir olmasına rağmen, sahip olduğu az miktarda parayı ona verdi.
- Poor as she was, she gave him what little money she had.
Sahip olduğum azıcık bilgiyi ona verdim.
- I gave her what little information I had.
Sahip olduğu azıcık parayı çocuğa verdi.
- He gave the boy what little money he had.
Şişe içinde kalan sadece bir miktar süt vardı.
- There was only a little milk left in the bottle.
Tom birazcık gergin görünüyor.
- Tom looks a little nervous.
Tom birazcık tart aldı.
- Tom got a little bit of pie.
Tom senin kızından biraz daha genç.
- Tom is a little younger than your daughter.
Tom Mary'den muhtemelen sadece biraz daha genç.
- Tom is probably just a little younger than Mary.
Karıncaların yaşamını önemsiz sayma.
- Don't think little of the ants' lives.
Sesi biraz kısar mısın?
- Could you lower the volume a little?
Kısa bir süre için burada kalıyorum.
- I'm staying here for a little while.
Ne yazık ki o bu değişiklikleri kabul etmek için biraz fazla dar görüşlüdür.
- Unfortunately he's a little too narrow-minded to accept these changes.
Anne kızlarına hemen hemen hiç bir şey söylemedi.
- The mother said little to the daughters.
Anne oğullarına hemen hemen hiç bir şey söylemedi.
- The mother said little to the sons.
Boşa geçirecek çok az zamanımız var.
- We have little time to waste.
Tom'un çocuklarına bu kadar az zaman harcaması şaşırtıcı.
- It's amazing how little time Tom spends with his children.
O, fakir olmasına rağmen, sahip olduğu az miktarda parayı ona verdi.
- Poor as she was, she gave him what little money she had.
Üzerimdeki az miktarda parayı ona verdim.
- I gave her what little money I had with me.
The door was opened a little.
A little water has spilled.
We had very little to do.
She spoke little and listened less.
It's of little importance.
This is a little table.
In the forties, hurdy-gurdy men could still be heard in all those East Coast cities with strong Italian neighbourhoods: New York, Baltimore, Philadelphia and Boston. A visit to Baltimore's Little Italy at that time was like a trip to Italy itself.
That's the biggest little kid I've ever seen.
Dead flies cause the ointment of the apothecary to send forth a stinking savour: likewise a small act of folly unto him that is esteemed for wisdom and honour.
- As dead flies give perfume a bad smell, so a little folly outweighs wisdom and honor.
I have small change with me.
- I have a little money with me.
... [ Laughter ] >>Matt Hershenson: So we thought this little ...
... Here you see little cart. ...