Bir tercihi olsa Tom'un nerede olacağını biliyorum.
- I know where Tom would be if he had any choice.
Tercih zevk meselesidir.
- Choice is a matter of taste.
Onların gitmekten başka seçenekleri yoktu.
- They had no choice but to leave.
Onlar tüm plandan vazgeçmekten başka seçenekleri olmadığını kabul ettiler.
- They agree that they have no choice but to give up the whole plan.
Hayatta zorluk seçimdir.
- The difficulty in life is the choice.
Hiç kimse seçime karşı çıkmadı.
- No one opposed the choice.
Sanırım alternatifimiz yok.
- I suppose we have no choice.
Tom'a hiçbir alternatif sunmadım.
- I gave Tom no choice.
Onun bunu yapmaktan başka çaresi yoktu.
- She had no choice but to do it.
Şimdi çalışmaktan başka çarem yok sanırım.
- I guess I have no choice but to work out now.
Biraz yaban mersini topladıktan sonra, bir pasta yaparım.
- After I pick some blueberries, I make a tart.
Tom sahilde bazı güzel deniz kabukları topladı.
- Tom picked up some pretty shells on the beach.
Sana bir seçme hakkı veriyoruz.
- We're giving you a choice.
Bana bu konuda seçme hakkı bırakmıyorsun.
- You leave me no choice in the matter.
Bana bu konuda seçme hakkı bırakmıyorsun.
- You leave me no choice in the matter.
Her şahsın çalışmaya, işini serbestçe seçmeye, adil ve elverişli çalışma şartlarına ve işsizlikten korunmaya hakkı vardır.
- Everyone has the right to work, to free choice of employment, to just and favourable conditions of work and to protection against unemployment.
O mükemmel bir seçim.
- That's an excellent choice.
... keep the areas of the cities constant at three percent. This is a choice for the future and ...
... is self-deportation says let people make their own choice. What I was saying is, we're ...