İngilizce uluslararası bir izleyici kitlesiyle konuşurken, oldukça sık tercih edilen bir dildir.
- English is quite often the language of choice when speaking to an international audience.
Tercih zevk meselesidir.
- Choice is a matter of taste.
Seçeneklerinin olmadığını anladılar.
- They saw they had no choice.
Onlar tüm plandan vazgeçmekten başka seçenekleri olmadığını kabul ettiler.
- They agree that they have no choice but to give up the whole plan.
Tom Mary'nin doğru seçim yaptığını düşünüyor.
- Tom thinks Mary made the right choice.
Hiç kimse seçime karşı çıkmadı.
- No one opposed the choice.
Tom'a hiçbir alternatif sunmadım.
- I gave Tom no choice.
Sanırım alternatifimiz yok.
- I suppose we have no choice.
Meseleyi ona bırakmaktan başka çaremiz yoktu.
- We had no choice but to leave the matter to him.
Onun bunu yapmaktan başka çaresi yoktu.
- She had no choice but to do it.
Hava güzel olursa, onlar mantar toplamak için ormana gidecek.
- They will go to the woods to pick mushrooms, weather permitting.
Ben, bu elmaları topladığın ağaçları görmek istiyorum.
- I should like to see the trees from which you picked these apples.
Bana bu konuda seçme hakkı bırakmıyorsun.
- You leave me no choice in the matter.
Sana bir seçme hakkı veriyoruz.
- We're giving you a choice.
Bana bu konuda seçme hakkı bırakmıyorsun.
- You leave me no choice in the matter.
İsimleri rastgele seçmekten başka seçeneği yoktu.
- He had no other choice but to choose the names randomly.
O mükemmel bir seçim.
- That's an excellent choice.
... don't we pick one of those, The King's Speech. Good choice. Something highbrow for this time ...
... But ultimately, we have to make a choice of who's first, ...