Yapabileceğimiz tek şey ona katlanmaktı.
- The only thing we could do was to bear with it.
Bu mektup bir yabancı damgası taşımaktadır.
- This letter bears a foreign stamp.
O, Marilyn Monroe'ya acayip bir benzerlik taşımaktadır.
- She bears an uncanny resemblance to Marilyn Monroe.
Benjamin, bir ayıyı tüfekle vurdu.
- Benjamin shot a bear with a rifle.
Ben çocukken, komşuları korkutmak için bir evcil kahverengi ayım olsun istedim.
- When I was little, I wanted to have a pet brown bear to scare my neighbors.
Buz bizim ağırlığını taşıyabilecek mi?
- Will the ice bear our weight?
O, Marilyn Monroe'ya acayip bir benzerlik taşımaktadır.
- She bears an uncanny resemblance to Marilyn Monroe.
Tom'un sineye çekmekten başka seçeneği yoktu.
- Tom had no choice but to grin and bear it.
Tom'un ya sabır çekmek dışında bir seçeneği yoktu.
- Tom had no choice but to grin and bear it.
A tree bears leaves in spring.
Tom'un sineye çekmekten başka seçeneği yoktu.
- Tom had no choice but to grin and bear it.
O, büyük sinema güzelliklerinden biri olan Ingrid Bergman'a şaşırtıcı bir benzerlik taşımaktadır,
- She bears a striking resemblance to Ingrid Bergman, one of the great cinema beauties.
So did the faery knight himself abear. - Edmund Spenser.
Bears look for over-priced securities to sell short.
You rang me last night but it was bear late and I didn't answer.
The jury could see he was bearing false witness.
The great bear market starting in 1929 scared a whole generation of investors.
The harbour bears North by Northeast.
... we bear advanced no one knows this better ...
... because the taxpayers should not have to bear the cost of this rescue. ...