Jessie does not speak of these things openly.
- Jessie bu şeyleri açıkça konuşmaz.
I always admired her openly.
- Ben her zaman ona açıkça hayran oldum.
Frankly speaking, you made a mistake.
- Açıkçası, bir hata yaptın.
Frankly, I didn't have the confidence to ask Mary to have lunch with me.
- Açıkçası, Mary'nin benimle öğle yemeği yemesini istemeye güvenim yoktu.
You must speak clearly in company.
- Şirkette açıkça konuşmalısın.
Tom clearly doesn't understand French very well.
- Açıkçası, Tom Fransızcayı çok iyi anlamaz.
You said you would text me in the evening, but you lied, evidently.
- Akşamleyin bana mesaj atacağını söyledin ama açıkça yalan söyledin.
It's an evidently bad example.
- Bu açıkçası kötü bir örnek.
Here everything is forbidden that isn't expressly permitted.
- Burada açıkça izin verilmeyen her şey yasaktır.
He flatly refused to let me in.
- O, içeri girmemi açıkça reddetti.
You should have refused his request flatly.
- Onun ricasını açıkça reddetmeliydin.
This drink clearly has the same flavor as tea.
- Bu içecek açıkça çay ile aynı tadı içeriyor.
Can you clearly define this word?
- Bu sözcüğü açıkça tanımlayabilir misiniz?
Tom could see it plainly.
- Tom onu açıkça görebiliyordu.
Stop beating around the bush and tell me plainly what you want from me.
- Lafı dolandırma ve benden ne istediğini açıkça söyle.
Nobody will say it so bluntly, but that is the gist of it.
- Hiç kimse bunu çok açıkça söylemeyecek ama bunun özü odur.
Obviously, he is to blame.
- Açıkçası, o suçlanacak.
Logic is obviously your strong point.
- Mantık açıkça senin güçlü noktandır.
Tom explicitly told Mary not to do that.
- Tom açıkça Mary'ye bunu yapmamasını söyledi.
The government explicitly declared its intention to lower taxes.
- Hükümet vergileri düşürmek için niyetini açıkça bildirdi.
He flatly rejected that idea.
- O fikri açıkça reddetti.
He rejected my offer flatly.
- Önerimi açıkça reddetti.
Four fifths of French were frankly illiterate towards 1685.
- 1685 itibariyle Fransızların beşte dördü açıkça okuma yazma bilmiyordu.
Strictly speaking, the earth is not round.
- Açıkçası dünya yuvarlak değil.
Tom could see it plainly.
- Tom onu açıkça görebiliyordu.
Stop beating around the bush and tell me plainly what you want from me.
- Lafı dolandırma ve benden ne istediğini açıkça söyle.
This is patently unfair.
- Bu açıkça adil değil.
I don't like it when mathematicians who know much more than I do can't express themselves explicitly.
- Benim bildiğimden çok daha fazla bilen matematikçiler kendilerini açıkça ifade edemedikleri zaman bundan hoşlanmam.
I explicitly told Tom not to do that.
- Tom'a açıkça onu yapmamasını söyledim.
Nobody will say it so bluntly, but that is the gist of it.
- Hiç kimse bunu çok açıkça söylemeyecek ama bunun özü odur.
Evidently, Tom didn't want to go.
- Açıkçası Tom gitmek istemiyordu?
Evidently, he's made a mistake.
- Açıkçası, o bir hata yaptı.
I simply haven't the time to do everything I want to do.
- Açıkçası, yapmak istediğim her şeyi yapmak için zamanım yoktu.
I'm sorry, but that is simply impossible.
- Üzgünüm ama bu, açıkçası olanaksızdır.
Don't sleep with the windows open.
- Pencereler açık uyuma.
Tatoeba is open source.
- Tatoeba açık kaynaklıdır.
I can barely keep my eyes open.
- Zar zor gözlerimi açık tutabiliyorum.
He expressed himself clearly.
- O, kendini açıkça ifade etti.
Express yourself as clearly as you can.
- Elinizden geldiği kadar kendinizi açık biçimde ifade edin.
You must speak clearly in company.
- Şirkette açıkça konuşmalısın.
It seemed clear the Senate would reject the treaty.
- Senatonun antlaşmayı reddedeceği açıkça görünüyordu.
She has a fair complexion.
- Onun açık bir teni vardır.
After rain comes fair weather.
- Yağmurdan sonra açık hava gelir.
It is definite that he will go to America.
- Onun Amerika'ya gideceği açık.
This drink's flavor is obviously that of tea.
- Bu içecek açıkça çayla aynı tada sahip.
Obviously, this cannot be the work of one person. This is why Tatoeba is collaborative.
- Açıkçası, bu bir kişinin işi olamaz. Tatoeba'nın işbirlikçi olmasının nedeni budur.
The turquoise colour evokes the colour of clear water, it's a light and pale blue.
- Turkuaz rengi, berrak su rengini çağrıştırıyor, açık ve soluk bir mavi.
At daytime, we see the clear sun, and at nighttime we see the pale moon and the beautiful stars.
- Gündüzleri açık bir güneş görürüz, ve geceleri solgun bir ay ve güzel yıldızları görürüz.
While I was reading in bed last night, I fell asleep with the light on.
- Dün gece yatakta kitap okurken, ışık açıkken uykuya dalmışım.
I prefer a lighter color.
- Daha açık bir renk tercih ederim.
His meaning is quite plain.
- Onun söylemek istediği oldukça açık.
It is plain that he is wrong.
- Onun hatalı olduğu açıktır.
Keep your eyes wide open!
- Gözlerinizi ardına kadar açık tutun.
The front door was wide open.
- Ön kapı sonuna kadar açıktı.
The store also opens at night.
- Mağaza gece de açıktır.
Tom opened the door and held it open for Mary.
- Tom kapıyı açtı ve onu Mary için açık tuttu.
Tom told Mary to keep the windows opened.
- Tom Mary'ye pencereleri açık tutmasını söyledi.
Let me get this straight. You're my father?
- Şu konuyu açıklığa kavuşturayım. Sen benim babam mısın?
We'll straighten everything out.
- Her şeyi açıklığa kavuşturacağız.
Tom turned off the engine, but left the headlights on.
- Tom motoru kapattı ama farları açık bıraktı.
Tom didn't offer any explanation.
- Tom herhangi bir açıklama sunmadı.
Tom is an outspoken person.
- Tom açık sözlü bir kişidir.
Mary is outspoken and smart.
- Mary açıksözlü ve akıllı.
Fewer graphics and more captions would make the description clearer.
- Daha az grafikler ve daha fazla başlık açıklamayı daha net yapabilir.
It is apparent that he will win the election.
- Onun seçimi kazanacağı açık.
This should be obvious, but apparently it's not.
- Bu açık olmalı ama görünüşe göre değil.
You said you would text me in the evening, but you lied, evidently.
- Akşamleyin bana mesaj atacağını söyledin ama açıkça yalan söyledin.
Evidently, he's made a mistake.
- Açıkçası, o bir hata yaptı.
I prefer weak coffee.
- Açık kahveyi tercih ederim.
Tom is obviously still very weak.
- Tom açıkçası hâlâ çok zayıf.
This is patently unfair.
- Bu açıkça adil değil.
What will happen in the eternal future that seems to have no purpose, but clearly just manifested by fate?
- Hiçbir amacı yokmuş gibi görünen ama var olmaktan başka bir kaderi olmadığı da açık olan bir sonsuzluktaki sonsuz gelecekte neler olacak?
Can you be a bit more specific?
- Biraz daha açık olabilir misin?
He offered no specific explanation for his strange behavior.
- O, onun tuhaf davranışı için özel bir açıklama yapmadı.
To put it bluntly, the reason this team won't win is because you're holding them back.
- Açık söylemek gerekirse, bu takımın kazanamayacak olmasının sebebi onları geride tutmanızdır.
To put it bluntly, he's mistaken.
- Açık söylemek gerekirse, o yanılıyor.
He wrote a fine description of what happened there.
- O, orada ne olduğu ile ilgili güzel bir açıklama yazdı.
I explicitly told Tom not to do that.
- Tom'a açıkça onu yapmamasını söyledim.
Can you be more explicit?
- Biraz daha açık olabilir misin?
This garden is open to the public.
- Bu bahçe halka açıktır.
The store is not open today.
- Mağaza bugün açık değil.
There Akai joins them and it becomes a free-for-all in front of the finish line.
- Orada Akai onlara katılır ve bu bitiş çizgisinin önünde herkese açık bir yarışma olur.
My door is always open. Feel free to visit when you want.
- Kapım her zaman açık. İstediğin zaman ziyaret etmeye çekinme.
After the wind has stopped, let's sail the boat off to the open sea.
- Rüzgar durduktan sonra, tekneyle açık denize yelken açalım.
When we awoke, we were adrift on the open sea.
- Uyandığımız zaman, açık denizde akıntıya kapılıp sürükleniyorduk.
He confessed his crime frankly.
- Suçunu çok açık bir şekilde itiraf etti.
Here everything is forbidden that isn't expressly permitted.
- Burada açıkça izin verilmeyen her şey yasaktır.
During clear weather, the coast of Estonia is visible from Helsinki.
- Açık havada, Estonya kıyısı Helsinki'den görülebilir.
The front door was wide open.
- Ön kapı sonuna kadar açıktı.
The window was wide open.
- Pencere tamamen açıktı.
He explained at length what had been decided.
- O, neye karar verildiğini uzun uzadıya açıkladı.
We've decided to paint the walls light blue.
- Duvarları açık maviye boyamaya karar verdik.
He declared himself leader publicly.
- O, açık olarak kendini lider ilan etti.
When he openly declared he would marry Pablo, he almost gave his grandmother a heart attack and made his aunt's eyes burst out of their sockets; however, his little sister beamed with pride.
- O Pablo ile evleneceğini açıkça ilan ettiğinde, neredeyse büyük annesine kalp krizi geçirtecekti , halasının gözlerini yuvasından fırlattıracaktı fakat küçük kız kardeşi gururla baktı.
Fadil exposed his dark secret.
- Fadıl karanlık sırrını açıkladı.
We spent the day in the open air.
- Günü açık havada geçiririz.
We had a good time in the open air.
- Açık havada iyi zaman geçirdik.
Are trade deficits good or bad?
- Ticaret açıkları iyi mi yoksa kötü mü?
Lower taxes don't cause deficits.
- Düşük vergiler açıklara neden olmaz.
He officially announced his candidacy.
- O resmen adaylığını açıkladı.
Tom announced his candidacy for class president.
- Tom sınıf başkanlığı için adaylığını açıkladı.
Let me make myself crystal clear.
- Kendimi açık seçik ifade etmeme izin verin.
I explicitly told Tom not to do that.
- Tom'a açıkça onu yapmamasını söyledim.
Tom explicitly told Mary not to do that.
- Tom açıkça Mary'ye bunu yapmamasını söyledi.