açıkça

listen to the pronunciation of açıkça
Türkçe - İngilizce
openly

Jessie does not speak of these things openly. - Jessie bu şeyleri açıkça konuşmaz.

I always admired her openly. - Ben her zaman ona açıkça hayran oldum.

frankly

Frankly speaking, you made a mistake. - Açıkçası, bir hata yaptın.

Frankly, I didn't have the confidence to ask Mary to have lunch with me. - Açıkçası, Mary'nin benimle öğle yemeği yemesini istemeye güvenim yoktu.

clearly

You must speak clearly in company. - Şirkette açıkça konuşmalısın.

Tom clearly doesn't understand French very well. - Açıkçası, Tom Fransızcayı çok iyi anlamaz.

fairly
distinctly
evidently

You said you would text me in the evening, but you lied, evidently. - Akşamleyin bana mesaj atacağını söyledin ama açıkça yalan söyledin.

It's an evidently bad example. - Bu açıkçası kötü bir örnek.

definitely
directly
outright
outspokenly
manifestly
expressly

Here everything is forbidden that isn't expressly permitted. - Burada açıkça izin verilmeyen her şey yasaktır.

openly, clearly, frankly, freely; plainly, clearly
declaredly
straight-out
nakedly
plump
unmistakably
downright
flatly

He flatly refused to let me in. - O, içeri girmemi açıkça reddetti.

You should have refused his request flatly. - Onun ricasını açıkça reddetmeliydin.

clear

This drink clearly has the same flavor as tea. - Bu içecek açıkça çay ile aynı tadı içeriyor.

Can you clearly define this word? - Bu sözcüğü açıkça tanımlayabilir misiniz?

point blank
frankly, clearly, openly, plainly
avowedly
cloudlessly
plainly

Tom could see it plainly. - Tom onu açıkça görebiliyordu.

Stop beating around the bush and tell me plainly what you want from me. - Lafı dolandırma ve benden ne istediğini açıkça söyle.

bluntly

Nobody will say it so bluntly, but that is the gist of it. - Hiç kimse bunu çok açıkça söylemeyecek ama bunun özü odur.

obviously

Obviously, he is to blame. - Açıkçası, o suçlanacak.

Logic is obviously your strong point. - Mantık açıkça senin güçlü noktandır.

publicly
explicit

Tom explicitly told Mary not to do that. - Tom açıkça Mary'ye bunu yapmamasını söyledi.

The government explicitly declared its intention to lower taxes. - Hükümet vergileri düşürmek için niyetini açıkça bildirdi.

overtly
flat

He flatly rejected that idea. - O fikri açıkça reddetti.

He rejected my offer flatly. - Önerimi açıkça reddetti.

allegedly
four

Four fifths of French were frankly illiterate towards 1685. - 1685 itibariyle Fransızların beşte dördü açıkça okuma yazma bilmiyordu.

in public
(Jeoloji) discrete
public
in plain english
in simple terms
round

Strictly speaking, the earth is not round. - Açıkçası dünya yuvarlak değil.

straightforwardly
plain

Tom could see it plainly. - Tom onu açıkça görebiliyordu.

Stop beating around the bush and tell me plainly what you want from me. - Lafı dolandırma ve benden ne istediğini açıkça söyle.

notably
in plain terms
in so many words
palpably
patently

This is patently unfair. - Bu açıkça adil değil.

freely
explicitly

I don't like it when mathematicians who know much more than I do can't express themselves explicitly. - Benim bildiğimden çok daha fazla bilen matematikçiler kendilerini açıkça ifade edemedikleri zaman bundan hoşlanmam.

I explicitly told Tom not to do that. - Tom'a açıkça onu yapmamasını söyledim.

flat out
board
plaınly
baldly
professedly
blunt

Nobody will say it so bluntly, but that is the gist of it. - Hiç kimse bunu çok açıkça söylemeyecek ama bunun özü odur.

barely
pointblank
in round terms
perspicuously
straight out
agape
exposed
evident

Evidently, Tom didn't want to go. - Açıkçası Tom gitmek istemiyordu?

Evidently, he's made a mistake. - Açıkçası, o bir hata yaptı.

simply

I simply haven't the time to do everything I want to do. - Açıkçası, yapmak istediğim her şeyi yapmak için zamanım yoktu.

I'm sorry, but that is simply impossible. - Üzgünüm ama bu, açıkçası olanaksızdır.

palpable
roundly
demonstrably
açıkça göstermek
manifest
açık
open

Don't sleep with the windows open. - Pencereler açık uyuma.

Tatoeba is open source. - Tatoeba açık kaynaklıdır.

açık
bare

I can barely keep my eyes open. - Zar zor gözlerimi açık tutabiliyorum.

açık
{s} express

He expressed himself clearly. - O, kendini açıkça ifade etti.

Express yourself as clearly as you can. - Elinizden geldiği kadar kendinizi açık biçimde ifade edin.

açık
clear

You must speak clearly in company. - Şirkette açıkça konuşmalısın.

It seemed clear the Senate would reject the treaty. - Senatonun antlaşmayı reddedeceği açıkça görünüyordu.

açıkça belirtmek
specify
açıkça söylemek
make no bones of
açıkça söylemek
avowed
açıkça belirtmek
enounce
açıkça ortada olmak
to be clearly obvious
açıkça söylemek gerekirse
To put it clearly
açıkça yazılı
clearly written
açıkça belirtilmiş
articulate
açıkça belirtmek
to express clearly, to specify
açıkça belirtmek
declare oneself for smth
açıkça göstermek
to show clearly, to manifest
açıkça göstermek
evince
açıkça ispatlamak
prove up to the hilt
açıkça itiraf eden
self confessed
açıkça itiraf etmek
to make no bones of it
açıkça karşı gelmek
flaunt
açıkça konuşmak
put all the goods in the shopwindow
açıkça ortaya koymak
to lay bare
açıkça söylemek
articulate
açıkça söylemek
speak out
açıkça söylemek
make no secret of
açıkça söylemek
avow
açıkça söylemek
to speak out/up, to profess, to make no bones about
açıkça söylemek
profess
açıkça söylenmiş
professed
açıkça tanıma
(Hukuk) express recognition
açıkça tartışma
ventilation
açıkça tartışmak
ventilate
açıkça yapılan hareket
overt act
açık
{s} fair

She has a fair complexion. - Onun açık bir teni vardır.

After rain comes fair weather. - Yağmurdan sonra açık hava gelir.

açık
shiny
açık
{s} distinct
açık
definite

It is definite that he will go to America. - Onun Amerika'ya gideceği açık.

açık
obvious

This drink's flavor is obviously that of tea. - Bu içecek açıkça çayla aynı tada sahip.

Obviously, this cannot be the work of one person. This is why Tatoeba is collaborative. - Açıkçası, bu bir kişinin işi olamaz. Tatoeba'nın işbirlikçi olmasının nedeni budur.

açık
{s} pale

The turquoise colour evokes the colour of clear water, it's a light and pale blue. - Turkuaz rengi, berrak su rengini çağrıştırıyor, açık ve soluk bir mavi.

At daytime, we see the clear sun, and at nighttime we see the pale moon and the beautiful stars. - Gündüzleri açık bir güneş görürüz, ve geceleri solgun bir ay ve güzel yıldızları görürüz.

açık
{s} precise
açık
{s} forthright
açık
{s} light

While I was reading in bed last night, I fell asleep with the light on. - Dün gece yatakta kitap okurken, ışık açıkken uykuya dalmışım.

I prefer a lighter color. - Daha açık bir renk tercih ederim.

açık
{s} plain

His meaning is quite plain. - Onun söylemek istediği oldukça açık.

It is plain that he is wrong. - Onun hatalı olduğu açıktır.

açık
wide

Keep your eyes wide open! - Gözlerinizi ardına kadar açık tutun.

The front door was wide open. - Ön kapı sonuna kadar açıktı.

açık
(Bilgisayar) opens

The store also opens at night. - Mağaza gece de açıktır.

açık
lorry
açık
picturesque
açık
unreserved
açık
short and to the point
açık
signal
açık
opened

Tom opened the door and held it open for Mary. - Tom kapıyı açtı ve onu Mary için açık tuttu.

Tom told Mary to keep the windows opened. - Tom Mary'ye pencereleri açık tutmasını söyledi.

açık
legible
açık
in bulk
açık
(Havacılık) extended
açık
smutty
açık
straight

Let me get this straight. You're my father? - Şu konuyu açıklığa kavuşturayım. Sen benim babam mısın?

We'll straighten everything out. - Her şeyi açıklığa kavuşturacağız.

açık
noticeable
açık
off

Tom turned off the engine, but left the headlights on. - Tom motoru kapattı ama farları açık bıraktı.

Tom didn't offer any explanation. - Tom herhangi bir açıklama sunmadı.

açık
intelligible
açık
(Bilgisayar) powered on
açık
aperture
açık
outspoken

Tom is an outspoken person. - Tom açık sözlü bir kişidir.

Mary is outspoken and smart. - Mary açıksözlü ve akıllı.

açık
slipt
açık
demonstrable
açık
undischarged
açık
graphic

Fewer graphics and more captions would make the description clearer. - Daha az grafikler ve daha fazla başlık açıklamayı daha net yapabilir.

açık
apparent

It is apparent that he will win the election. - Onun seçimi kazanacağı açık.

This should be obvious, but apparently it's not. - Bu açık olmalı ama görünüşe göre değil.

açık
decollete
açık
shortage
açık
undisguised
açık
outstretched
açık
evident

You said you would text me in the evening, but you lied, evidently. - Akşamleyin bana mesaj atacağını söyledin ama açıkça yalan söyledin.

Evidently, he's made a mistake. - Açıkçası, o bir hata yaptı.

açık
perspicuous
açık
weak

I prefer weak coffee. - Açık kahveyi tercih ederim.

Tom is obviously still very weak. - Tom açıkçası hâlâ çok zayıf.

açık
deficient amount
açık
debit
açık
concrete
açık
patent

This is patently unfair. - Bu açıkça adil değil.

açık
broad
açık
manifest

What will happen in the eternal future that seems to have no purpose, but clearly just manifested by fate? - Hiçbir amacı yokmuş gibi görünen ama var olmaktan başka bir kaderi olmadığı da açık olan bir sonsuzluktaki sonsuz gelecekte neler olacak?

açık
specific

Can you be a bit more specific? - Biraz daha açık olabilir misin?

He offered no specific explanation for his strange behavior. - O, onun tuhaf davranışı için özel bir açıklama yapmadı.

açık
transparent
açık
blunt

To put it bluntly, the reason this team won't win is because you're holding them back. - Açık söylemek gerekirse, bu takımın kazanamayacak olmasının sebebi onları geride tutmanızdır.

To put it bluntly, he's mistaken. - Açık söylemek gerekirse, o yanılıyor.

açık
diluted
açık
unconstrained
açık
ostensive
açık
fine

He wrote a fine description of what happened there. - O, orada ne olduğu ile ilgili güzel bir açıklama yazdı.

açık
self-evident
açık
uncovered
açık
explicit

I explicitly told Tom not to do that. - Tom'a açıkça onu yapmamasını söyledim.

Can you be more explicit? - Biraz daha açık olabilir misin?

açık
shadowless
açık
heart-to-heart
açık
spread
açık
loosy
açık
open to

This garden is open to the public. - Bu bahçe halka açıktır.

The store is not open today. - Mağaza bugün açık değil.

açık
wide-open
açık
open on
açık
open for
açık
{s} free

There Akai joins them and it becomes a free-for-all in front of the finish line. - Orada Akai onlara katılır ve bu bitiş çizgisinin önünde herkese açık bir yarışma olur.

My door is always open. Feel free to visit when you want. - Kapım her zaman açık. İstediğin zaman ziyaret etmeye çekinme.

Açık
power on
açık
clear, easy to understand; not in cipher
açık
blank
açık
obscene; suggestive
açık
clear-cut
açık
open sea

After the wind has stopped, let's sail the boat off to the open sea. - Rüzgar durduktan sonra, tekneyle açık denize yelken açalım.

When we awoke, we were adrift on the open sea. - Uyandığımız zaman, açık denizde akıntıya kapılıp sürükleniyorduk.

açık
aboveground
açık
confessed

He confessed his crime frankly. - Suçunu çok açık bir şekilde itiraf etti.

açık
in blank
açık
uncovered; naked, bare, exposed
açık
expressly

Here everything is forbidden that isn't expressly permitted. - Burada açıkça izin verilmeyen her şey yasaktır.

açık
fortunate, promising
açık
visible

During clear weather, the coast of Estonia is visible from Helsinki. - Açık havada, Estonya kıyısı Helsinki'den görülebilir.

açık
unobstructed, free
açık
articulate
açık
deficiency
açık
cloudless
açık
on , open
açık
frank, open
açık
clean cut
açık
light (shade of color)
açık
wide open

The front door was wide open. - Ön kapı sonuna kadar açıktı.

The window was wide open. - Pencere tamamen açıktı.

açık
spaced far apart, separated
açık
decided

He explained at length what had been decided. - O, neye karar verildiğini uzun uzadıya açıkladı.

We've decided to paint the walls light blue. - Duvarları açık maviye boyamaya karar verdik.

açık
vacancy, job opening
açık
excess of expense over income
açık
not secret, in the open
açık
open; (çay/kahve) weak; (yol/geçit) free, clear; (hava) clear, cloudless; (renk) light; uncovered; naked, bare; clear, plain, distinct; frank, outspoken; vacant" " boş, münhal; (çek) blank;" "(resim/kitap vb.) smutty, bawdy, pornographic, salacious; open air; open sea; vacant position; deficit; shortfall; openly, baldly, frankly, straight out
açık
declared

He declared himself leader publicly. - O, açık olarak kendini lider ilan etti.

When he openly declared he would marry Pablo, he almost gave his grandmother a heart attack and made his aunt's eyes burst out of their sockets; however, his little sister beamed with pride. - O Pablo ile evleneceğini açıkça ilan ettiğinde, neredeyse büyük annesine kalp krizi geçirtecekti , halasının gözlerini yuvasından fırlattıracaktı fakat küçük kız kardeşi gururla baktı.

açık
shortfall
açık
open for business, open
açık
open, defenseless, unprotected (city)
açık
unclouded
açık
clear, cloudless, fine
açık
exposed

Fadil exposed his dark secret. - Fadıl karanlık sırrını açıkladı.

açık
frankly, openly
açık
outskirts; nearby place
açık
the open

We spent the day in the open air. - Günü açık havada geçiririz.

We had a good time in the open air. - Açık havada iyi zaman geçirdik.

açık
not roofed; not enclosed
açık
(Hukuk) deficit

Are trade deficits good or bad? - Ticaret açıkları iyi mi yoksa kötü mü?

Lower taxes don't cause deficits. - Düşük vergiler açıklara neden olmaz.

açık
categorical
açık
candid

He officially announced his candidacy. - O resmen adaylığını açıkladı.

Tom announced his candidacy for class president. - Tom sınıf başkanlığı için adaylığını açıkladı.

açık
crystal

Let me make myself crystal clear. - Kendimi açık seçik ifade etmeme izin verin.

açık
distance, space between
açık
empty, clear, unoccupied
açık
avowed
açık
deficit, shortage
açık
soccer wing, winger, player in a wing position
açık
explicitly

I explicitly told Tom not to do that. - Tom'a açıkça onu yapmamasını söyledim.

Tom explicitly told Mary not to do that. - Tom açıkça Mary'ye bunu yapmamasını söyledi.

açık
{s} lucid
açık
{s} definitive
açık
{s} unconcealed
açık
open ended
Türkçe - Türkçe
Kolay anlaşır biçimde
Gizli bir yönü kalmaksızın, kolay anlaşılır bir biçimde: "Düşündüğümü açıkça söylemeyi tercih ettim."- R. H. Karay
Gizli bir yönü kalmaksızın, kolay anlaşılır bir biçimde
alenen
celi
ayan
sarahaten
aşikare
(Osmanlı Dönemi) zahirane
(Osmanlı Dönemi) sarâhaten
Açık
(Osmanlı Dönemi) CEHVA'
Açık
(Osmanlı Dönemi) BÂZ
Açık
(Osmanlı Dönemi) MÜNFEC
Açık
(Hukuk) VAZIH
Açık
dekolte
Açık
(Hukuk) SARİH
açık
Bir ihtiyacın karşılanamaması durumu
açık
İşler durumda olan
açık
Açılmış, kapalı olmayan, kapalı karşıtı
açık
Denizin kıyıdan uzakça olan yeri
açık
Aralığı çok. Çalışır durumda olan: "Bazı dükkânları açık olan caddeden sola saptılar."- Ö. Seyfettin
açık
Gizliliği olmayan, olduğu gibi görünen
açık
Görevlisi olmayan, boş (iş, görev), münhal
açık
Aralığı çok
açık
Belli bir yerin biraz uzağı
açık
Açılmış, kapalı olmayan, kapalı karşıtı: "Açık pencerenin önünde denize karşı saatlerce dertleştik."- R. N. Güntekin
açık
Sevişme sahnelerini bütün çıplaklığıyla anlatan (kitap, resim, film)
açık
Rengi açık olmayan, koyu karşıtı: "Açık sarı saçlı, zayıf bir kadın keman çalıyordu."- Ö. Seyfettin
açık
Koyu olmayan (renk)
açık
Her türlü düşünceyi hoşgörüyle karşılayabilen, etkisinde kalabilen
açık
Kolay anlaşılır, vazıh
açık
Kolay anlaşılır, vazıh: "Açık konuşma zamanının artık geldiğine kani idim."- R. N. Güntekin
açık
Engelsiz
açık
Her türlü düşünceyi hoşgörüyle karşılayabilen, etkisinde kalabilen: "... her çeşit kafa ve gönül fırtınalarına açık bir adamdı o."- T. Buğra
açık
Engelsiz. Örtüsüz, çıplak
açık
Boş
açık
Örtüsüz, çıplak
açık
Doğru olarak, açıkça
açık
Denizin kıyıdan uzakça olan yeri: "Limanda bilinen gemiler, oysa açıklardadır."- B. Necatigil
açık
Doğru olarak, açıkça: "İnsan mağlubiyetini bu kadar açık kabul eder mi?"- M. Yesarî
açık
(Osmanlı Dönemi) sarih
açık
(Osmanlı Dönemi) küşâde
açıkça