Herkesin hem güçlü hem de zayıf noktaları vardır.
- Everyone has both strong and weak points.
Taro güçlü bir sorumluluk duygusuna sahiptir.
- Taro has a strong sense of responsibility.
Kuvvetli bir rüzgar vardı.
- There was a strong wind.
Bütün gün boyunca kuvvetli bir rüzgar esti.
- A strong wind blew all day long.
Sert bir rüzgar esiyordu.
- A strong wind was blowing.
Tom'un içkisi seninkinden ya da benimkinden daha sert.
- Tom's drink is stronger than yours or mine.
Tom'un Mary'ye olan yoğun ilgisi, bende şiddetli bir kıskançlık hissi uyandırdı. Ama belli etmedim.
- Tom's strong interest in Mary provoked my jealousy. But I managed to conceal.
Bir tayfun kuvvetli rüzgarlarla ve toplu taşıma araçlarını durduran şiddetli yağmurlarla çarşamba günü Tokyo'yu vurdu.
- A typhoon hit Tokyo on Wednesday with strong winds and heavy rains stopping public transportation.
Bu ipin yeterince sağlam olduğunu düşünüyor musun?
- Do you think this rope is strong enough?
Karton, kağıttan daha sağlamdır.
- Cardboard is stronger than paper.
Mukavva, kağıttan daha mukavemetlidir.
- Cardboard is stronger than paper.
Yapı bu kadar ağırlığı taşıyacak kadar güçlü değil.
- The structure isn't strong enough to support that much weight.
Bu ağır metal kutuları taşımak için yeterince güçlüyüm.
- I'm strong enough to carry those heavy metal boxes.
O,İngilizceyi istikrarlı bir Alman aksanıyla konuşur.
- He speaks English with a strong German accent.
İhracaatlar güçlüyken, ithalatlar istikrarlı kalırken ülkenin ticaret dengesi geçen yıl gelişti.
- The nation's trade balance improved last year as exports were strong, while imports remained steady.
O, dürüst, güçlü ve kararlar vermek için istekliydi.
- He was honest, strong, and willing to make decisions.
O ürkek görünüyor, ama o aslında iradeli bir kişidir.
- She seems timid, but she's actually a strong-willed person.
Mary çok iradeli bir kadın.
- Mary is a very strong-willed woman.
Boğa boğa güreşçisinden daha güçlüdür ama o neredeyse her zaman kaybeder.
- The bull is stronger than the bullfighter, but he almost always loses.
Neden kahveyi koyu seviyorsun?
- Why do you like coffee strong?
Ben kahvemi koyu severim.
- I like my coffee strong.
Tavsiyemi dinlemenizi şiddetle ısrar ediyorum.
- I strongly urge you to follow my advice.
Senatör Hoar şiddetle antlaşmaya karşı konuştu.
- Senator Hoar spoke strongly against the treaty.
Mariko'nun anne babası, onun bir Amerikalı ile evlenmesine kuvvetle karşılar.
- Mariko's parents are strongly opposed to her marrying an American.
Britanya halkı köleliğe kuvvetle karşı çıktı.
- The British people strongly opposed slavery.
Bu çay çok demli. Biraz su ekle.
- The tea is too strong. Add some water.
Demli ve koyu kahvemi sevme tarzımdır.
- Dark and strong is how I like my coffee.
Daha sıkı çalışmanı kuvvetle öneririm.
- I strongly suggest that you study harder.
Onun el sıkışması çok güçlü.
- His handshake is too strong.
Tom çok iradeli bir kişi.
- Tom is a very strong-minded person.
Azimli kadınlardan nefret ederim.
- I hate strong-minded women.
japanese history really is'nt my strong suit.
Ah Tom, sen büyük, güçlü adamsın! Buraya gel ve beni öp! Üzgünüm! Ben evliyim!
- Oh Tom, you big, strong man! Come here and kiss me! I'm sorry! I'm married!
Öldükten sonra tekrar canlanmaya kuvvetle inanıyorum.
- I strongly believe in respawn after death.
Onlar benim önerime kuvvetle karşı çıkıyorlar.
- They are strongly opposing my proposal.
O benden daha kuvvetli.
- She's stronger than me.
O benden daha kuvvetli.
- She's stronger than me.
Bu konuda çok şiddetle hissettim.
- I felt very strongly about it.
Bu konuda çok güçlü hissediyorum.
- I feel very strongly about this.
Türkiye, Yunanistan'dan daha güçlüydü.
- Turkey was stronger than Greece.
O benden daha güçlüdür.
- He is stronger than I am.
John Rutledge şiddetle karşı çıktı.
- John Rutledge disagreed strongly.
Kyoto'yu ziyaret etmeni şiddetle öneriyorum.
- I strongly suggest you visit Kyoto.
Son derece büyükannesine benzer.
- She strongly resembles her grandmother.
Onun yalan söylediğinden son derece şüphelendim.
- I strongly suspected that he had been lying.
The man was nearly drowned after a strong undercurrent swept him out to sea.
Jake was tall and strong.
a strong verb.
The enemy's army force was five thousand strong.
He is strong in the face of adversity.
a strong smell.
a strong drink.
a strong position.
good strong shoes.
a strong medicine.
a strong taste.
You’re working with troubled youth in your off time? That’s strong!.
Not for nothing do bodybuilders and rappers brag and swagger about living on “Strong Island.”.
She has trouble keeping men because of her strong personality.
I told you Winston, he said, that metaphysics is not your strong point. The word you are trying to think of is solipsism. - 1984, George Orwell.
That area isn't my strong suit, but I can give it a shot.
Foreign policy was the President's strong suit.
His reply was strongly suggestive of a forthcoming challenge to the governor.
... disadvantage. All of these steps are things that can help ensure that we have a strong ...
... also very strong. ...