Top o çocuğun değerli mülküdür.
- The ball is that boy's prized possession.
Bu, başka her şeyden daha fazla, insanların özgürce ve mertçe yaşamasını engelleyen mülk ile ilgili kaygıdır.
- It is preoccupation with possession, more than anything else, that prevents men from living freely and nobly.
Sami bütün varlıklarını geride bıraktı.
- Sami left all of his possessions behind.
Bütün servetimi bağışlayacağım.
- I'm going to give all my possessions away.
O, bütün servetini kaybetti.
- He lost all his possessions.
Mutluluk sadece birçok mala sahip olmak değildir.
- Happiness isn't merely having many possessions.
Geçerli bir bilete sahip olmalısın.
- You must be in possession of a valid ticket.
Başkaları ile hoşnutsuzluk içinde yaşamaktansa dünya malından vazgeçmek daha iyi.
- Better to give up possessions than to live in discontent with others.
Mutluluk sadece birçok mala sahip olmak değildir.
- Happiness isn't merely having many possessions.
Back then, people with psychiatric disorders were sometimes thought to be victims of demonic possession.
Réunion is the largest of France's overseas possessions.
Some languages distinguish between a construction like 'my car', which shows alienable possession — the car could become someone else's — and one like 'my foot', which has inalienable possession — my foot will always be mine.
I'm in possession of the car.