'Still, yer got nice looks,' said Ella.
'Make yer way down to the station,' he said.
Yer a lotta nosey parkers.
Tom might be allergic to peanuts.
- Tom'un yer fıstığına allerjisi olabilir.
I thought you said you were sick of peanut butter.
- Yer fıstığı ezmesinden usandığını söylediğini düşünüyordum.
These are on sale everywhere.
- Bunlar her yerde satılıyor.
She is an excellent scholar, and is recognized everywhere as such.
- O, mükemmel bir bilim adamıdır, bu itibarla her yerde tanınır.
Show me the location of your camp on this map.
- Bana bu haritada kampınızın yerini gösterin.
Every year I find myself at a different location.
- Her yıl kendimi farklı bir yerde buluyorum.
I ought to have made a hotel reservation earlier.
- Otelde daha önce yer ayırtmalıydın.
They set the time and place of the wedding.
- Onlar düğünün zamanını ve yerini belirlediler.
In Germany today, anti-violence rallies took place in several cities, including one near Hamburg where three Turks were killed in an arson attack on Monday.
- Bugün Almanya'da, Pazartesi günü kundaklamada üç Türk'ün öldürüldüğü Hamburg'un yakınında bir yer de dahil birçok şehirde şiddet karşıtı mitingler gerçekleşti.
It seems that the children will have to sleep on the floor.
- Çocuklar yerde uyumak zorunda kalacaklar gibi.
The doll lay on the floor.
- Bebek yerde yatıyordu.
This park used to be a hunting ground for a noble family.
- Bu park asil bir aile için bir avlanma yeriydi.
After the earthquake, people stared into the deep hole in the ground in surprise.
- Depremin ardından, insanlar şaşkınlıkla yerdeki derin çukura baktılar.
The police arrested the burglar on the spot.
- Polisler hırsızı olay yerinde tutukladı.
Tom got the key from its secret hiding spot and opened the door.
- Tom gizli saklama yerinden anahtarı aldı ve kapıyı açtı.
I can't change the direction of the wind, but I can adjust my sails to always reach my destination.
- Rüzgarın yönünü değiştiremem ama gidilecek yere ulaşmak için her zaman yelkenlerimi ayarlayabilirim.
I took the bus in order to reach the destination before it got dark.
- Hava kararmadan önce gidilecek yere ulaşmak için otobüse bindim.
Situated on hilly terrain, the cathedral can be seen from a long distance.
- Tepelik arazide yer alan katedral uzun bir mesafeden görülebilir.
The seat of the chair needs repairing.
- Sandalyenin oturacak yerinin tamir edilmesi gerekiyor.
Stand where you are or I'll kill you.
- Olduğun yerde kal yoksa seni öldürürüm.
Tom couldn't see the lake from where he was standing.
- Tom durduğu yerden gölü göremiyordu.
I eat dinner at quarter past seven.
- Yediyi çeyrek geçe akşam yemeğini yerim.
Our company wants to take part in that research project.
- Şirketimiz o araştırma projesinde yer almak istiyor.
The important thing is not to win the game, but to take part in it.
- Önemli olan oyunda kazanmak değil, oyunun içinde yer almak.
I don't want to be involved in this affair.
- Ben bu işin içinde yer almak istemiyorum.
It must be nice to have friends in high places.
- Yüksek yerlerde arkadaşlara sahip olmak güzel olmalı.
Snow prevented the transport in high places of the country.
- Kar, ülkenin yüksek yerlerinde ulaşımı engelledi.
Where there's smoke there's fire.
- Ateş olmayan yerden duman çıkmaz.
Nagasaki, where I was born, is a beautiful port city.
- Doğduğum yer olan Nagasaki, güzel bir liman kentidir.
Is there a telephone anywhere?
- Herhangi bir yerde bir telefon var mı?
His daughter is eager to go with him anywhere.
- Kızı onunla birlikte herhangi bir yere gitmeye isteklidir.
His daughter is eager to go with him anywhere.
- Kızı onunla her yere gitmeye hevesli.
Tom can sleep anywhere.
- Tom her yerde uyuyabilir.
The police looked everywhere and could find no trace of Tom.
- Polis her yere baktı ve Tom'la ilgili hiçbir iz bulamadı.
The police looked everywhere and couldn't find any trace of Tom.
- Polis her yere baktı ve Tom'la ilgili herhangi bir iz bulamadı.
Try to fulfill your duty.
- Görevini yerine getirmeye çalış.
Come what may, we must do our duty.
- Ne olursa olsun vazifemizi yerine getirmeliyiz.
Paul went to the party in place of his father.
- Paul babasının yerine partiye gitti.
I'm really glad you decided to come to our party instead of staying at home.
- Evde kalma yerine partimize gelmenize karar verdiğinize gerçekten memnun oldum.
I use a three-ring binder for all my subjects instead of a notebook for each one.
- Her biri için bir dizüstü bilgisayar yerine bütün konularım için üç halkalı klasör kullanırım.
Instead of beating around the bush, Jones got straight to the point.
- Lafı dolandırmak yerine, Jones doğrudan konuya girdi.
I assume that at some point Tom will just give up.
- Sanırım Tom bir yerde vazgeçecektir.
She's out there somewhere alone and scared.
- O orada bir yerde yalnız ve korkmuş.
This is a very scary place.
- Bu çok korkutucu bir yer.
Tom met Mary in a local flea market.
- Tom yerel bit pazarında Mary'yle buluştu.
Open-air markets sell food grown on local farms.
- Açık hava pazarları yerel çiftliklerde yetiştirilen gıdaları satar.
Dan lied about his whereabouts.
- Dan bulunduğu yer hakkında yalan söyledi.
I don't know his whereabouts.
- Onun bulunduğu yeri bilmiyorum.
Cotton ranks among the world's most important crops.
- Pamuk, dünyanın en önemli ürünleri arasında yer almaktadır.
According to the American journal International Living, Uruguay is ranked among the twenty safest countries in the world.
- Amerikan dergisi Uluslararası Yaşam'a göre, Uruguay dünyada en güvenli yirmi ülke arasında yer almaktadır.
Our company wants to take part in that research project.
- Şirketimiz o araştırma projesinde yer almak istiyor.
They want to take part in the Olympic Games.
- Olimpiyat Oyunları'nda yer almak istiyorlar.
The investigators gathered evidence from the crash site.
- Araştırmacılar kaza yerinden delil topladılar.
Dan sent the machines to a site where they would be dismantled.
- Dan makineleri sökülecekleri bir yere gönderdi.
You must make room for the television.
- Televizyon için yer açmalısın.
There is no room to doubt that he is a gifted artist.
- Onun yetenekli bir sanatçı olduğundan şüphe etmeye yer yok.
The earth is where we all live.
- Dünya hepimizin yaşadığı yerdir.
In an earthquake, the ground can shake up and down, or back and forth.
- Bir depremde, yer yukarı ve aşağı ya da geriye ve ileriye sallanabilir.
Tom showed up early so he could get a good seat.
- İyi bir yer alabilmek için Tom erken geldi.
Tom got into the driver's seat and drove off.
- Tom sürücünün yerine oturdu ve uzaklaştı.
Why don't you actually consider your situation instead of just chancing it?
- Sadece onu değiştirmek yerine, neden durumunu gerçekten düşünmüyorsun?
If I were you, I would have done the same thing in such a difficult situation.
- Yerinde olsam, böyle zor bir durumda aynı şeyi yaparım.
Croatia is a country located in the southeastern part of Europe.
- Hırvatistan, Avrupa'nın güneydoğu kesiminde yer alan bir ülkedir.
Norway, located in Northern Europe, is a highly developed country.
- Kuzey Avrupa'da yer alan Norveç çok gelişmiş bir ülkedir.
There is a large parking lot in front of the station.
- İstasyonun önünde büyük bir park yeri vardır.
He took the video to a local TV station.
- Bir yerel televizyon kanalı için video çekti.
Georgia is his native state.
- Gürcistan onun yerli devletidir.
George III has been unfairly maligned by historians.
- George III, tarihçiler tarafından haksız yere kötü muamele gördü.
Tom was angry at Mary because she parked in his space.
- Tom Mary'ye onun yerine park ettiği için kızgındı.
In the U.S., there are more prisoners than there is jail space for them. So the prisons are overcrowded.
- Amerika'da hapishanede mahkumlar için ayrılan yer mahkumlara yeterli değildir.Bu yüzden hapishaneler çok kalabalıktır.
Tom walked over to where Mary was standing.
- Tom Mary'nin durduğu yere doğru yürüdü.
We're out of chairs. Would you mind eating while standing up?
- Sandalyemiz yok. Ayakta dururken yer misin?
This area was first settled by the Dutch more than two hundred years ago.
- Bu araziye ilk olarak iki yüzyıldan uzun bir süre önce Hollandalılar tarafından yerleşildi.
I live in a remote area.
- Uzak bir yerde yaşıyorum.
You must put up with your new post for the present. I'll find you a better place one of these days.
- Şu an için yeni görevinize katlanmalısın. Sana bugünlerden birinde daha iyi bir yer bulacağım.
In the post office, mail is classified according to the place where it is to go.
- Postanede, posta gideceği yere göre sınıflandırılır.
With deep and reverent awe I replaced the candelabrum in its former position.
- Derin ve saygılı huşuyla şamdanı önceki yerine koydum.
Were I in your position, I would do it at once.
- Yerinde olsam, onu derhal yaparım.
The president did not come, but sent the vice-president in his stead.
- Başkan gelmedi ama, yerine başkan yardımcısını gönderdi.
If you can't come, send someone in your stead.
- Eğer gelemiyorsan senin yerine birini gönder.
It's easy to lampoon their ideas now, but they seemed quite reasonable at the time.
- Şu an onların fikirlerini yermek kolay, fakat onlar o zaman epey haklı göründü.