şeyden

listen to the pronunciation of şeyden
Türkçe - İngilizce
Above

Above all, you must help each other. - Her şeyden önce, birbirinize yardım etmelisiniz.

They want, above all things, to live in peace. - Onlar, her şeyden önce, barış içinde yaşamak istiyor.

1 heaven 2 looking toward the guiding forces 3 light above one’s head, guidance, blessings, assistance, spiritual growth 4 darkness above one’s head, burdens, temptations, heading in wrong direction, overwhelmed by problems
ad at a higher place
higher than or before -- " the faces of the object above are rectangles " (258)
If something is above something else it is in a higher position, or directly over it ("The flat above ours is very noisy")
şey
stuff

Tom doesn't like it when this kind of stuff happens. - Bu tür şey olduğunda, Tom bundan hoşlanmıyor.

Tom can't afford all the stuff Mary wants him to buy on his salary. - Tom'un, Mary'nin ondan satın almasını istediği her şeyi maaşıyla almaya gücü yetmez.

şey
{i} thing

Please don't leave valuable things here. - Lütfen değerli şeyleri burada bırakmayın.

I would love to write hundreds of sentences on Tatoeba, but I've got things to do. - Tatoeba'ya yüzlerce cümle yazmak isterdim ama yapmam gereken şeyler var.

şey
article

I read an academic article in that language and understood almost everything, but when I tried reading a story for beginners I understood nothing. - O dilde bilimsel bir yazı okudum ve neredeyse her şeyi anladım ama başlangıç seviyesindekiler için yazılmış bir hikayeyi okumaya çalıştığımda hiçbir şey anlamadım.

This article reminds me of something I saw on TV. - Bu makale bana TV'de gördüğüm bir şeyi hatırlatıyor.

şey
{i} matter

As a matter of fact, I know nothing about it. - Aslına bakarsan, ben bu konuda hiçbir şey bilmiyorum.

It doesn't matter what he said. - Söylediği şeyin hiçbir önemi yok.

şey
chose

I realized that what I had chosen didn't really interest me. - Seçtiğim şeyin beni ilgilendirmediğini anladım.

There are some things we could've change, but we chose not to. - Değiştirebileceğimiz bazı şeyler vardır fakat seçeceğimiz değil.

şey
entity
şey
{i} doing

Today I just feel like staying at home and doing nothing. - Canım bügün evde kalmak ve bir şey yapmamak istiyor.

Doing that sort of thing makes you look stupid. - Bu tür bir şey yapmak aptal görünmesini sağlar.

şey
{i} concern

That's nothing you need to concern yourself with. - Bu kendinizi endişelendirmenizi gereken bir şey değil.

It's no concern of mine. - O, beni ilgilendiren bir şey değil.

her şeyden önce
above all things
her şeyden önce
in the first place
her şeyden önce
start with
her şeyden önce
primarily
her şeyden önce
(deyim) first things first
her şeyden önce
before hand
şey
gizmo
şey
aggregate
şey
gimmick
şey
hickey
şey
thingumabob
şey
business

Spies make it their business to know things that you don't want them to know. - Casuslar senin onların bilmesini istemediğin şeyleri bilmek için işlerini yaparlar.

Find out all you can about Tom's business. - Tom'un işi hakkında öğrenebildiğin her şeyi öğren.

şey
dingus
şey
doohickey
bir şeyden soğumak
something to cool down
şey
the thing is
şey
in thing
birçok şeyden nefret etme
(Pisikoloji, Ruhbilim) polyphobia
en gerekli şeyden mahrum etmek
eviscerate
her şeyden önce
to start with, above all, first and foremost
hiçbir şeyden zevk almayan
blase
hiçbir şeyden çekinmemek
stop at nothing
şey
well

He intimated that all is not well in his marriage. - O, evliliğinde her şeyin iyi olmadığını ima etti.

Tom is pretty sure everything will go well. - Tom her şeyin iyi gideceğinden oldukça emin.

şey
thing, stuff, object; what-d'you-call-him/-her/-it; what's-his/-her/-its-name; thingummy, thingumabob, thingumajig; well
şey
object

It was an object of terror. - Dehşet veren bir şeydi.

You don't really love me at all. You only care about your math stuff! Not at all, I do love you! Prove it! Okay. Let A be the set of the objects I love... - Aslında beni hiç sevmiyorsun. Tek önem verdiğin şey matematik! Ne münasebet, seni seviyorum! Kanıtla! Peki. Sevdiğim şeyler A kümesi olsun...

şey
affair

He knows a lot about foreign affairs. - Dış ilişkiler hakkında çok şey bilir.

şey
thingummy
şey
doings
şey
what-do-you-call-it; what-do-you-call-him; whatyoumayjigger, thingumbob, thingamabob, thingumajig, thingummy (used to designate something or someone whose name one has either forgotten or doesn't know)
şey
lark
şey
doodad
şey
thingumajig
şey
whosit
şey
picayune
şey
backbone
şey
{i} res
şey
contraption
şey
aught
şey
plummet
şey
thingamajig
Türkçe - Türkçe

şeyden teriminin Türkçe Türkçe sözlükte anlamı

bir şeyden mahrum olmak
Yoksun kalmak
bir şeyden söz etmek
O şey üzerinde konuşmak
Şey
(Osmanlı Dönemi) BAZİL
Şey
(Osmanlı Dönemi) SÜMM
Şey
(Osmanlı Dönemi) HURS
Şey
(Osmanlı Dönemi) HİLBİSE
Şey
(Osmanlı Dönemi) FÜVFE
Şey
(Osmanlı Dönemi) MA'NE
Şey
(Osmanlı Dönemi) KUZA'MELE
şey
Nesne, madde: "Asıl zorluk belki öğrenilmesi lazım gelen şeylerin değil, unutulması gereken şeylerin çokluğundan gelir."- A. Ş. Hisar
şey
Belirsiz bir anlamda madde, eşya, söz, olay, iş, durum vb.nin adı yerine kullanılır: "Bana sen pek çok şey kazandırdın."- R. H. Karay
şey
Nesne, madde
şey
Belirsiz bir anlamda madde, eşya, söz, olay, iş, durum vb. nin adı yerine kullanılır
şey
(Osmanlı Dönemi) KAZAM