üstüne teriminin Türkçe İngilizce sözlükte anlamı
- over
His son fell over the cliff.
- Oğlu kayalıkların üstüne düştü.
He wore a robe over his pajamas.
- O, pijamasının üstüne kaftan giydi.
- onto
Tom emptied the contents of the sack onto the table.
- Tom torbanın içindekileri masanın üstüne boşalttı.
He jumped onto the table.
- O masanın üstüne atladı.
- atop of
- nothing like
- atop
- about, on; onto, on, over, above
- on to
Tom put his wallet on top of the dresser.
- Tom cüzdanını konsolun üstüne koydu.
A house is built on top of a solid foundation of cement.
- Bir ev, çimentodan yapılmış sağlam bir temel üstüne inşa edilmiştir.
- on top of
He put the skis on top of the car.
- Kayakları arabanın üstüne koydu.
Put this book on top of the others.
- Bu kitabı diğerlerinin üstüne koy.
- on
- up over
- souse
- epi
- üst
- top
He lives at the top of the hill.
- O, tepenin üst kısmında yaşıyor.
Look at the picture at the top of the page.
- Sayfanın üst kısmındaki resme bak.
- üst
- upper
My upper right wisdom tooth hurts.
- Üst sağ yirmilik dişim ağrıyor.
The upper part of the mountain is covered with snow.
- Dağın üst kısmı karla kaplıdır.
- üstüne yıkmak
- impute
- üstüne/üzerine basmak
- to hit the nail on the head
- üstüne almak
- assume
- üstüne çizgi çizmek
- cross
- üstüne alma
- assumption
- üstüne binilen hayvan, binek atı
- thousand on the animal, saddle horse
- üstüne binmek
- to ride on
- üstüne gitme
- Go on
- üstüne gitmek
- keep on at someone
- üstüne gitmek
- go on at
- üstüne varmak
- provoke
- Üstüne bir bardak soğuk su iç
- You can whistle for it
- üstüne almak
- shoulder
- üstüne almak
- to shoulder, to take sth on
- üstüne atlamak
- light into
- üstüne atma
- ascription
- üstüne atma
- imputation
- üstüne atmak
- ascribe
- üstüne atmak
- to lay the blame on
- üstüne atılabilir
- ascribable
- üstüne atılan
- imputative
- üstüne atılmak
- hurl oneself on
- üstüne atılmak
- rush
- üstüne atılmak
- pitch into
- üstüne atılmak
- pounce
- üstüne basmak
- overstrike , strike over
- üstüne basmak
- a) to hit the nail on the head b) to emphasize
- üstüne basmak
- tread on
- üstüne başına etmek/yapmak
- 1. to curse violently at, give (someone) down the country, give (someone) what for. 2. to defecate in one's underpants
- üstüne bir bardak su içmek
- whistle for smth
- üstüne boşaltmak
- pour on
- üstüne boşaltmak
- pour upon
- üstüne bırakmak
- to leave (something) for (someone else) to do, leave (someone) with the job of
- üstüne dökmek
- pour on
- üstüne dökmek
- pour upon
- üstüne düşeni yapmak
- do one's bit
- üstüne düşmek
- lock on
- üstüne düşmek
- to coddle, to be very interested in
- üstüne gelmek
- beleaguer
- üstüne gelmek
- come upon
- üstüne gelmek
- bear down on
- üstüne gelmek
- come at
- üstüne gelmek
- come down on
- üstüne gelmek
- overlap
- üstüne gelmek
- hang over
- üstüne gelmek
- come on
- üstüne geçirivermek
- whip on
- üstüne geçirmek
- slip on
- üstüne kalmak
- to be saddled with
- üstüne koyma
- superposition
- üstüne koymak
- lap
- üstüne koymak
- superimpose
- üstüne koymak
- superpose
- üstüne koymak
- put upon
- üstüne koyulan şey
- (yemeğin) topping
- üstüne oturma
- appropriation
- üstüne oturmak
- to appropriate, to pocket
- üstüne oturmak
- appropriate
- üstüne oynayan bahisçi
- backer
- üstüne salmak
- to set sb/sth on sb
- üstüne titremek
- to coddle, to fuss over
- üstüne titremek
- cosset
- üstüne toz kondurmamak
- to consider above blame
- üstüne tuz biber ekmek
- to rub salt in the wound, to be the last straw
- üstüne tuz biber ekmek
- put the lid on smth
- üstüne varmak
- lean upon
- üstüne varmak
- bear down on
- üstüne varmak
- press smb. close
- üstüne varmak
- a) to keep on at sb b) to attack, to assault
- üstüne varmak
- get at
- üstüne yatmak
- pocket
- üstüne yatmak
- not to give back, to appropriate
- üstüne yazma kipi
- replace mode
- üstüne yazmak
- to overwrite
- üstüne yazmak
- superscribe
- üstüne yürümek
- come for
- üstüne yürümek
- come at
- üstüne yıkmak
- to impute
- üstüne çullanma
- swoop
- üstüne çullanmak
- to swoop
- üstüne çullanmak
- swoop down
- üstüne çullanmak
- swoop on
- üstüne çullanmak
- swoop
- üstüne çökmek
- throw oneself on
- üstüne üslük
- to crown it all
- üstüne üstlük
- on top of it
- üstüne üstlük
- to make matters worse
- üstüne üstlük
- on the top of it
- üstüne/üzerine
- 1. on, on top of: Elbisesinin üstüne sürdü. She rubbed it on her dress. 2. on, on the subject of, dealing with: Kırım Savaşı üstüne bir tez hazırlıyor. She's preparing a thesis on the Crimean War. 3. on top of, right after: Baklavanın üstüne işkembe çorbası içilir mi? Does one have tripe soup right after one's eaten baklava? 4. upon (one's honor, one's good name): şerefim üstüne upon my honor. 5. better than, superior to: Kendi dalında Ali'nin üstüne yok. Ali's tops in his field. Senin üstüne yok, vallahi! By George, you take the cake! 6. on (someone's) account: Rahmi, biraları benim üstüme yaz! Put the beers on my account, Rahmi!
- üstüne/üzerine almak
- 1. to take the responsibility of (doing something), take (something) upon oneself. 2. to take (a remark, an action) as being directed against oneself
- üstüne/üzerine atmak
- to impute (a misdeed or crime) to (someone)
- üstüne/üzerine bir bardak (soğuk)
- su içmek (Konuşma Dili) to give up all hope of getting (something that one has lent) back, kiss (something) goodbye
- üstüne/üzerine düşmek
- 1. to fuss over, make a fuss over, shower attention on (someone). 2. to bother, pester. 3. to throw oneself into (a job), work hard at (a job)
- üstüne/üzerine evlenmek
- to marry again when one already has (someone) as a wife
- üstüne/üzerine gelmek
- 1. (for someone) to turn up or appear right when (something is being done or discussed). 2. to walk towards (someone) intending (or as if he intends) t
- üstüne/üzerine geçirmek/geçirtmek
- 1. to have (a piece of property) registered in one's own name. 2. to have (an adopted child) registered under one's own surname, cause (an adopted child) to bear one's own surname
- üst
- {i} senior
This seminar will target senior marketing leaders from Japanese firms.
- Bu seminer Japon firmalarından üst düzey pazarlama liderlerini hedef alacaktır.
She holds a senior position in the government.
- O hükümette üst düzey bir konuma sahiptir.
- üst
- superior
These products are superior to theirs.
- Bu ürünler onlarınkinden daha üstün.
His paper is superior to mine.
- Onun raporu benimkine göre üstündür.
- tam üstüne basmak
- hit the nail on the head
- üst
- upper side, upper part, top; outside surface; clothing, dress; body; (para) remainder, change; superior; upper, uppermost
- altını üstüne
- over
- üstüne titremek
- dote on
- üst
- surface
- üst
- covering
- üst
- at or about (a certain time): öğle üstü in the early afternoon/ at noon
- üst
- upstairs
The bedrooms are upstairs.
- Yatak odaları üst kattadır.
She went upstairs to her bedroom.
- O üst kata yatak odasına gitti.
- üst
- high
Many high-level officials attended the meeting.
- Birçok üst düzey yetkili toplantıya katıldı.
How to overcome the high value of the yen is a big problem.
- Yüksek yen değerinin nasıl üstesinden gelineceği büyük bir sorundur.
- birbiri üstüne
- one thing on top of another
- birden üstüne atılmak
- pounce at
- birden üstüne atılmak
- pounce on
- bunun üstüne
- then
- siyah üstüne beyaz
- (Bilgisayar) white on black
- üst
- change
When I asked him for change, he gave it to me.
- Ondan para üstünü istediğimde, onu bana verdi.
Tom told the taxi driver to keep the change.
- Tom sürücüye para üstünün kalmasını söyledi.
- üst
- (Matematik) power
He believed in the supreme power of the law.
- Hukukun üstün gücüne inanıyordu.
He swept to power in 1929.
- 1929'da ezici bir üstünlükle iktidara geldi.
- üst
- upper part
The upper part of the mountain is covered with snow.
- Dağın üst kısmı karla kaplıdır.
He had not swum more than a few yards before one of the skulking ground sharks had him fast by the upper part of the thigh.
- Saklanan zemin köpek balıklarından biri onu uyluğun üst kısmından hızla yakalamadan önce o birkaç yardadan daha fazla yüzmemişti.
- üst
- chief
The chief clerk is not a hardworking man, but gets ahead rapidly because he knows how to curry favor with his superiors.
- Baş katip çalışkan bir adam değil fakat üstlerine nasıl yaltaklanacağını bildiği için çabuk ilerliyor.
- üst
- (Ticaret) major
A major is above a captain.
- Binbaşı yüzbaşının üstündedir.
- üst
- powers
- üst
- (İnşaat) topping
- üst
- (Bilgisayar) ceiling
Tom is lying on his back, staring at the ceiling.
- Tom sırt üstü uzanıyor, tavana bakıyor.
- üst
- remainder
- üst
- clothing
- üst
- outside surface
- üst
- upper side
- üst
- (Matematik) exponential
The exponential function has a horizontal asymptote.
- Üstel fonksiyonun yatay asimptotu vardır.
The greatest shortcoming of the human race is our inability to understand the exponential function.
- İnsan ırkının en büyük eksikliği üstel işlevi anlamak için bizim yetersizliğimizdir.
- üst
- uppermost
- üst
- (Biyokimya) super
His paper is superior to mine.
- Onun raporu benimkine göre üstündür.
The chief clerk is not a hardworking man, but gets ahead rapidly because he knows how to curry favor with his superiors.
- Baş katip çalışkan bir adam değil fakat üstlerine nasıl yaltaklanacağını bildiği için çabuk ilerliyor.
- üst
- above
We saw the sun rise above the horizon.
- Biz ufkun üstünde güneşin doğuşunu gördük.
Health is above wealth, for this does not give us so much happiness as that.
- Sağlık zenginliğin üstündedir, zira zenginlik bize sağlık kadar çok mutluluk vermiyor.
- üst
- body
Tom has no upper body strength.
- Tom'un üst vücut gücü yok.
The guards performed a body cavity search.
- Muhafızlar üst araması yaptı.
- üst
- dress
I want Italian dressing on my salad.
- Salatamın üstüne İtalyan sosu istiyorum.
Tom put his wallet on top of the dresser.
- Tom cüzdanını şifoniyerin üstüne koydu.
- üstüne düşmek
- (deyim) get one's hands on
- üstüne düşmek
- coddle
- üstüne düşmek
- to be very interested in
- üstüne düşmek
- very interested in
- üstüne düşmek
- be very interested in
- üstüne titremek
- fuss over
- üst
- ultra
- üstüne titremek
- mollycoddle
- üstüne yürü
- come at
- üstüne üstlük
- to crown it all
- üstüne üstlük
- to boot
- üstüne üstlük
- cap it all
- üstüne gitmek
- confront
- Dağ dağ üstüne olur ev ev üstüne olmaz
- (Atasözü) Two households (families) cannot get on in one house
- kendi üstüne dökmek
- pour on to his
- üst
- on top
Tom put his wallet on top of the dresser.
- Tom cüzdanını konsolun üstüne koydu.
A house is built on top of a solid foundation of cement.
- Bir ev, çimentodan yapılmış sağlam bir temel üstüne inşa edilmiştir.
- altını üstüne getirerek aramak
- ransack
- altını üstüne getirmek
- a) to turn upside down b) to ransack, to delve in/into sth, to root about/around (for sth)
- altını üstüne getirmek
- delve among
- altını üstüne getirmek
- turn under
- altını üstüne getirmek
- 1. to upset, turn upside down, confuse. 2. to search
- ayak ayak üstüne atmak
- to cross one's legs
- bacak bacak üstüne atmak
- cross one's legs
- bacak bacak üstüne atmış
- cross-legged
Tom sat cross-legged on the couch.
- Tom kanepede bacak bacak üstüne atmış oturuyordu.
Tom was sitting cross-legged on the floor.
- Tom yerde bacak bacak üstüne atmış oturuyordu.
- baş üstüne
- with pleasure, yes
- başkasının üstüne atılabilir
- imputable
- birdenbire üstüne saldırmak
- fly at
- buz üstüne yazı yazmak
- to waste one's time trying something impossible
- can baş üstüne
- I'll do it gladly!/Gladly!
- dört ayak üstüne
- on all fours
- dört ayak üstüne düşmek
- to land on one's feet, be very lucky; to get out of trouble easily
- düğüm üstüne düğüm vurmak
- to squirrel away one's money
- esmayı üstüne sıçratmak
- to look for trouble, bring trouble upon oneself
- fırsatın üstüne atlamak
- snap at the chance
- gül üstüne gül koklamak
- to be disloyal to one's sweetheart by loving another person
- güneş olsa kimsenin üstüne doğmamak
- never to think of helping others
- hava limanı filosu; su üstüne önceden konuşlandırılmış gemi ; önceden konuşlandı
- (Askeri) aerial port squadron; afloat pre-positioning ship; Army pre-positioned stocks
- iyi insan sözünün üstüne gelir
- (Atasözü) A person who appears while he is being talked about is a good person
- kambur üstüne kambur
- one trouble on top of another, one problem after another
- karın üstüne iniş crash landing
- (made without using the landing gear)
- kedi gibi dört ayak üstüne düşmek
- (always) to land on one's feet, come out on top
- lütfen üstüne alınma
- please take no offence
- satırın üstüne basılmış
- superior
- suçu üstüne atmak
- put the blame on smb
- suçu üstüne yıkmak
- lay the blame at one's door
- tam üstüne basmak
- to hit the nail on the head
- tam üstüne basmak
- 1. to hit the nail right on the head. 2. to find just what one has been looking for
- vazife, düşman, birlik, arazi ve hava durumu, sivil varlık üstüne değerlendirmel
- (Askeri) mission, enemy, terrain and weather, troops available and civilian
- yıldırımları üstüne çekmek
- to bring a lot of criticism upon oneself, cause a number of people to level their criticism at oneself
- üst
- upper surface, top: Kütüğün üstüne oturdu. She sat down on the log
- üst
- parent , powers , upper , exponent , top
- üst
- (a) superior, (a) boss
- üst
- clothes: Üstünü kirletme ha! Don't get your clothes dirty, you hear?
- üst
- space over or above: Üstümde ay parlıyordu. The moon was shining above me
- üst
- top, upper: en üst kat topmost floor. yokuşun üst yanında on the upper part of the slope
- üst
- remainder, rest (of an amount of money)
- üst
- highup
- üstüne düşmek
- highpressure
- üstüne titremek
- coddle
- üstüne üstlük
- (deyim) come on lop of
- şimşekleri üstüne çekmek
- to attract vehement criticism, become the object of someone's critical thunderbolts