üstünden

listen to the pronunciation of üstünden
Türkçe - İngilizce
across
over

That went right over my head. - O, başımın hemen üstünden gitti.

The quick brown fox didn't jump over the lazy dog. - Hızlı kahverengi tilki tembel köpeğin üstünden atlamadı.

üst
top

Look at the picture at the top of the page. - Sayfanın üst kısmındaki resme bak.

The wind blew harder yet when we reached the top of the hill. - Tepenin üstüne ulaştığımızda rüzgar daha da sert esti.

üst
upper

He had not swum more than a few yards before one of the skulking ground sharks had him fast by the upper part of the thigh. - Saklanan zemin köpek balıklarından biri onu uyluğun üst kısmından hızla yakalamadan önce o birkaç yardadan daha fazla yüzmemişti.

See how Lenny can swallow an entire hot dog without chewing or choking? That's why upper management loves him so much. - Lenny'nin nasıl çiğnemeden veya boğulmadan tam bir sosisli sandvici yutabildiğine bak? Bu nedenle üst idare onu bu kadar fazla sever.

üstünden (... zaman) geçmek
(for an amount of time) to pass, elapse (after an event)
üstünden akmak
to be plainly evident
üstünden atmak
put off
üstünden atmak
work off
üstünden atmak
(at) spill
üstünden atmak
to throw sth/sb off, not to take over the duty, to get rid of
üstünden atmak
throw off
üstünden geçmek
overpass
üstünden geçmek
work over
üstünden geçmek
slang 1. to *screw, have sex with. 2. to rape
üstünden geçmek
run over
üstünden/üzerinden atmak
to refuse to accept responsibility for
üstünden/üzerinden dökülmek
(for a garment) to be far too big for, swallow (someone)
üst
{i} senior

This seminar will target senior marketing leaders from Japanese firms. - Bu seminer Japon firmalarından üst düzey pazarlama liderlerini hedef alacaktır.

Tom is a senior executive. - Tom üst düzey bir yöneticidir.

üst
superior

This cloth is superior to that. - Bu kumaş ona göre daha üstün.

His paper is superior to mine. - Onun raporu benimkine göre üstündür.

üst
upper side, upper part, top; outside surface; clothing, dress; body; (para) remainder, change; superior; upper, uppermost
üst
surface
üst
covering
üst
at or about (a certain time): öğle üstü in the early afternoon/ at noon
üst
upstairs

She went upstairs to her bedroom. - O üst kata yatak odasına gitti.

We heard someone go upstairs. - Birinin üst kata gittiğini duyduk.

üst
high

His beating four competitors in a row won our high school team the championship. - Onun üst üste dört rakibini yenmesi lise takımımıza şampiyonluk kazandırdı.

Tom and Mary bought a high-efficiency top-loading washer. - Tom ve Mary yüksek verimli üstten yüklemeli bir çamaşır makinesi aldı.

üst
change

When I asked him for change, he gave it to me. - Ondan para üstünü istediğimde, onu bana verdi.

You gave me the wrong change. - Bana paranın üstünü yanlış verdin.

üst
(Matematik) power

He believed in the supreme power of the law. - Hukukun üstün gücüne inanıyordu.

He swept to power in 1929. - 1929'da ezici bir üstünlükle iktidara geldi.

üst
upper part

The upper part of the mountain is covered with snow. - Dağın üst kısmı karla kaplıdır.

He had not swum more than a few yards before one of the skulking ground sharks had him fast by the upper part of the thigh. - Saklanan zemin köpek balıklarından biri onu uyluğun üst kısmından hızla yakalamadan önce o birkaç yardadan daha fazla yüzmemişti.

üst
chief

The chief clerk is not a hardworking man, but gets ahead rapidly because he knows how to curry favor with his superiors. - Baş katip çalışkan bir adam değil fakat üstlerine nasıl yaltaklanacağını bildiği için çabuk ilerliyor.

üst
(Ticaret) major

A major is above a captain. - Binbaşı yüzbaşının üstündedir.

üst
powers
üst
(İnşaat) topping
üst
(Bilgisayar) ceiling

Tom is lying on his back, staring at the ceiling. - Tom sırt üstü uzanıyor, tavana bakıyor.

üst
remainder
üst
clothing
üst
outside surface
üst
upper side
üst
(Matematik) exponential

The exponential function has a horizontal asymptote. - Üstel fonksiyonun yatay asimptotu vardır.

The greatest shortcoming of the human race is our inability to understand the exponential function. - İnsan ırkının en büyük eksikliği üstel işlevi anlamak için bizim yetersizliğimizdir.

üst
uppermost
üst
(Biyokimya) super

His paper is superior to mine. - Onun raporu benimkine göre üstündür.

He behaves respectfully toward his superiors. - Üstlerine karşı saygıyla davranır.

üst
above

Health is above wealth, for the former is more important than the latter. - Sağlık zenginliğin üstündedir, zira birincisi ikincisinden daha önemlidir.

We are flying above the clouds. - Biz bulutların üstünde uçuyoruz.

üst
body

The body was found under the overpass. - Ceset üst geçidin altında bulundu.

Sami threw a blanket over Layla's body. - Sami, Leyla'nın cesedinin üstüne bir battaniye attı.

üst
dress

Tom put his wallet on top of the dresser. - Tom cüzdanını şifoniyerin üstüne koydu.

Tom put his wallet on top of the dresser. - Tom cüzdanını konsolun üstüne koydu.

üstünden geçmek
hump
üstünden geçmek
top
üstünden geçmek
traverse
üstünden geçmek
cross over
üstünden geçmek
get over
üst
ultra
üst
on top

He put the skis on top of the car. - Kayakları arabanın üstüne koydu.

Everything on top of the table started rattling when the earthquake hit. - Deprem vurduğunda masanın üstündeki her şey tıkırdamaya başladı.

altından girip üstünden çıkmak
to squander, to blow
altından girip üstünden çıkmak
to squander, spend (a fortune) recklessly
yükseltilmiş (kötü arazi üstünden) geçiş yolu sistemi
(Askeri) elevated causeway system
yükseltilmiş (kötü arazi üstünden) geçiş yolu sistemi (modüler)
(Askeri) (M) elevated causeway system (modular)
üst
upper surface, top: Kütüğün üstüne oturdu. She sat down on the log
üst
parent , powers , upper , exponent , top
üst
(a) superior, (a) boss
üst
clothes: Üstünü kirletme ha! Don't get your clothes dirty, you hear?
üst
space over or above: Üstümde ay parlıyordu. The moon was shining above me
üst
top, upper: en üst kat topmost floor. yokuşun üst yanında on the upper part of the slope
üst
remainder, rest (of an amount of money)
üst
highup
Türkçe - Türkçe

üstünden teriminin Türkçe Türkçe sözlükte anlamı

üst
Bir şeyin dış yüzü, yüzey: "Ağzında lokmayı birdenbire yutmaya kıyamıyor, dilinin üstünde gezdiriyordu."- Ö. Seyfettin
Üst
yan
Üst
(Hukuk) FEVK
üst
Bir şeyin görülen yanı, yüzü
üst
Bazı tamlamalarda zaman bildirir: "Hiç unutmam; 1934 yılı sonbaharının serince bir akşamüstü idi."- Y. K. Karaosmanoğlu
üst
Birkaç şeyden birbirine göre yukarıda olan
üst
Öte, arka
üst
Sınıflamalarda temel olarak alınan bir tipe göre ileri derecede olan
üst
Artan, geriye kalan bölüm: "Bir liranın üstü olarak uşağın getirdiği yetmiş beş kuruşu masanın üstünden kaldırmaz."- A. Ş. Hisar
üst
Bir şeyin dış yüzü, yüzey
üst
Bir şeyin yukarı, göğe doğru olan yanı, fevk: "Köyün üst tarafında, saman, taş ve yangın arasında, üstü sazlarla örtülmüş bir kulübenin önünde ateş yanıyor."- H. E. Adıvar
üst
Vücut, beden
üst
Bir şeyin yukarı, göğe doğru olan yanı, fevk
üst
İlgilenilen, üzerinde durulan konu
üst
Bazı deyimlerde sorumluluk, yükümlülük anlatır. İlgilenilen, üzerinde durulan konu
üst
Birine göre yüksek aşamada olan kimse
üst
Bir şeyin görülen yanı, yüzü: "Bu sefer taşın üstünden inip yere oturdu."- M. Ş. Esendal
üst
Bazı deyimlerde sorumluluk, yükümlülük anlatır
üst
Giyecek, giysi
üst
Artan, geriye kalan bölüm
üst
Birkaç şeyden birbirine göre yukarıda olan: "Kadınların beni böyle göz hapsine almaları yüzünden üst düğmelerimi gevşetemiyordum."- R. N. Güntekin. Öte, arka: "Ben onu Şehzade Camisi'nin üst yanında, sokak içi, eski ahşap bir evde tanıdım."- Y. Z. Ortaç
üst
Birine göre yüksek aşamada olan kimse, mafevk
üst
Bazı tamlamalarda zaman bildirir
üst
us