ücretsiz

listen to the pronunciation of ücretsiz
Türkçe - İngilizce
free

Linux is a free operating system; you should try it. - Linux ücretsiz bir işletim sistemidir, denemelisiniz.

When I was young I got lots of things for free. - Gençken,birçok şeyi ücretsiz aldım.

free of charge

Would you be willing to send me a sample free of charge? - Bana ücretsiz bir numune gönderir misiniz?

Children under three are admitted free of charge. - Üç yaşın altındaki çocuklar ücretsiz kabul ediliyor.

free, free of charge, gratuitous
(posta) postage free
unpaid

Tom and Mary are unpaid volunteers. - Tom ve Mary ücretsiz gönüllülerdir.

Most of the people working here are unpaid volunteers. - Burada çalışan insanların çoğu, ücretsiz gönüllülerdir.

(Hukuk) non-wage
unpaid; free, gratis, complimentary; gratis
free; for nothing, gratis
post free
for nothing

You can have this book for nothing. - Bu kitabı ücretsiz alabilirsin.

You may have it for nothing. - Onu ücretsiz olarak alabilirsin.

free of cost
cost free
(Ticaret) şans frais
complimentary

The drinks are complimentary. - İçecekler ücretsizdir.

First class plane flights come with complimentary alcohol. - Birinci sınıf uçak bileti ücretsiz alkol ile birlikte gelir.

(Ticaret) sans frais
to free
ücret
price

Tom won't lower the price. - Tom ücreti indirmeyecek.

The price includes the postage charge. - Fiyata posta ücreti dahildir.

ücret
fee

How much is the entrance fee? - Giriş ücreti ne kadardır?

The net-cafes here cater to students; fees start at around a pound an hour. - Buradaki net-kafeler öğrencilere yiyecek ve içecek sağlamaktadır; ücretler yaklaşık saati bir pounddan başlamaktadır.

ücret
{i} wage

The union won a 5% wage increase. - Sendika, % 5 oranında ücret artışı kazandı.

Tom's been working for minimum wage. - Tom asgari ücret için çalışmaktadır.

ücret
charge

Are the tip and service charge included? - Bahşiş ve servis ücreti dahil mi?

I got the ticket free of charge. - Bileti ücretsiz aldım.

ücret
cost

The cost of the air fare is higher than of the rail fare. - Uçak bileti ücretinin tutarı tren bileti ücretinden daha yüksek.

How much does it cost to get in? - Giriş ücreti ne kadar?

ücret
pay

How much is your hourly pay? - Saatlik ücretin ne kadar?

Poor Japanese immigrants were willing to work for low pay. - Fakir Japon göçmenler düşük ücretle çalışmaya istekliydiler.

ücretsiz göndermek mektup
frank
ücretsiz izin
Leave without pay
ücretsiz olan iş
The job for free
ücretsiz arama
toll free call
ücretsiz avukat sağlama
legal aid
ücretsiz giden mektup
frank
ücretsiz giriş
free admission

Tickets are $30, parking is free and children under ten receive free admission. - Biletler 30 dolar, park etmek ücretsiz ve on yaşın altındaki çocuklara ücretsiz giriş.

ücretsiz göndermek
(mektup) frank
ücretsiz izin
unpaid vacation
ücretsiz izin vermek
stand off
ücretsiz onarım
(Hukuk) free repair
ücretsiz park yeri
free parking
ücretsiz telefon numarası
toll-free number
ücret
wages

The leaders of the Union agitated for higher wages. - Sendikanın liderleri, daha yüksek ücret için ortalığı karıştırıyorlardı.

The manager advanced him two weeks' wages. - Yönetici ona iki haftalık ücreti avans verdi.

ücret
{i} rate

What's your hourly rate? - Senin saat ücretin nedir?

Bus rates have stayed the same for two years. - Otobüs ücretleri iki yıl aynı kaldı.

ücret
payment

The fee includes the payment for professional services needed to complete the survey. - Araştırmayı tamamlamak için gereken mesleki hizmetler ücrete dahildir.

ücret
wages, pay, payment, screw; fee; cost, price
ücret
{i} hire

It wasn't my idea to hire him. - Onu ücretle çalıştırmak benim fikrim değildi.

We've hired Tom to paint our garage. - Garajımızı boyaması için Tom'u ücretle tuttuk.

ücret
{i} terms
ücret
{i} remuneration

The professor who invented it has the right to reasonable remuneration from the university. - Onu icat eden profesör, üniversiteden makul bir ücret hakkına sahip

ücret
dock
ücret
tollage
ücret
remunerate
ücret
paying

I have no objection to paying a special fee if it is necessary. - Gerekirse özel bir ücret ödeme konusunda herhangi bir itirazım yok.

If necessary, I have no objection to paying a special fee. - Eğer gerekliyse, özel bir ücret ödemeye hiçbir itirazım olmaz.

ücret
money

I'm not the only one who doesn't have enough money to pay the membership fee. - Üyelik ücretini ödemek için yeterli paraya sahip olmayan tek kişi ben değilim.

ücret
(Ticaret) term
ücret
(Latin) tributum
ücret
earning

A higher minimum wage can raise earnings and reduce poverty. - Daha yüksek asgari ücret, kazançları yükseltip yoksulluğu azaltabilir.

ücret
(Ticaret) labor union
ücret
emoluments
ücret
consideration
ücret
charged in
mektubu ücretsiz gitmesi için damgalamak
frank
tekrar doldurma ücretsiz
free refills
ücret
wage rate
ücret
(Hukuk) charge, earnings, remuneration, wage
ücret
stipend
ücret
charge (for a hotel room, a service)
ücret
honorarium
ücret
salary

The workers pushed for a raise in salary. - İşçiler ücret artışı istediler.

What's the minimum salary in the Czech Republic? - Çek Cumhuriyetinde asgari ücret nedir?

ücret
earnings

A higher minimum wage can raise earnings and reduce poverty. - Daha yüksek asgari ücret, kazançları yükseltip yoksulluğu azaltabilir.

ücret
dues

Those who have not paid their dues are asked to see me at the end of class. - Ücretlerini ödememiş olanların dersin sonunda beni görmeleri isteniyor.

ücret
fee, remuneration; wage; salary
ücret
emolument
Türkçe - Türkçe
Parasız olarak
Parasız (olarak)
Bir karşılık ödemeden alınan
ÜCRETSİZ İZİN
(Hukuk) İzin süresi içinde ücertin kesilmesi; ücret olmadan belli bir süre için izin alınması
ÜCRET
(Osmanlı Dönemi) Hizmet karşılığı verilen şey
Ücret
(Osmanlı Dönemi) HUFARE
Ücret
(Osmanlı Dönemi) ŞEBR
ücret
Kiralanan veya satın alınan bir şey için ödenen para: "Fiyatından daha yüksek bir ücretle satın aldı."- P. Safa
ücret
Kiralanan veya satın alınan bir şey için ödenen para
ücret
İş gücünün karşılığı olan para ve mal: "Ücret emeğin karşılığıdır."- Anayasa
ücret
İş gücünün karşılığı olan para ve mal
ücretsiz