önüne

listen to the pronunciation of önüne
Türkçe - İngilizce
sub

They took that subject into account. - Onlar o konuyu göz önüne aldı.

before

Make a cross before your name. - Adının önüne bir haç yap.

Sami put the needs of his children before his own needs. - Sami, çocuklarının ihtiyaçlarını kendi ihtiyaçlarının önüne koydu.

up to
in front of

Tom eats anything Mary puts in front of him. - Tom Mary'nin önüne koyduğu şeyi yer.

Tom committed suicide by jumping in front of a train. - Tom bir trenin önüne atlayarak intihar etti.

front

Tom parked his car in front of a fire hydrant even though he knew he shouldn't. - Tom etmemesi gerektiğini bilmesine rağmen, arabasını yangın musluğunun önüne parketti.

The car is parked in front of the building. - Araba, binanın önüne park edildi.

prepended
ön
preliminary

A preliminary hearing is scheduled for October 20th. - Bir ön duruşma 20 Ekim'de planlanıyor.

ön
face

What is old age? First you forget names, then you forget faces, then you forget to pull your zipper up, then you forget to pull it down. - Yaşlılık nedir? Önce isimleri unutursun, sonra yüzleri unutursun, sonra fermuarını çekmeyi unutursun, sonra onu indirmeyi unutursun.

I have seen that face somewhere before. - O yüzü daha önce bir yerde gördüm.

ön
{s} anterior
ön
front

There is a lake in front of my house. - Evimin önünde bir göl var.

The car is parked in front of the building. - Araba, binanın önüne park edildi.

önüne gelenle yatan
promiscuous
önüne gelenle yatma
promiscuity
önüne geçmek
prevent
önüne geçmek
to prevent, to avert, to preclude
önüne geçmek
forestall
önüne koymak
dish up
önüne geçme
obviation
önüne geçmek
prohibit
önüne arkasına bakmamak
to be very careless, not to think things through
önüne bak
(Konuşma Dili) Look out!/Take care!/Watch out!/Watch your step!
önüne bak
Watch where you're going
önüne bakmadan
with unseeing eyes
önüne bakmadan yürümek
jaywalk
önüne bakmadan yürüyen kimse
jaywalker
önüne bakmak
to hang one's head in shame
önüne bakmayan kimse
jay
önüne bir kemik atmak
to throw (someone) a bone, give (someone) something that'll keep him from talking
önüne dikilmek
to plant oneself squarely in front of (someone)
önüne düşmek
to show sb the way
önüne eklemek
prefix
önüne gelen
anyone who comes along, anybody whatsoever
önüne gelen
anyone, everybody
önüne gelen her şeyi yıkan güç
Juggernaut
önüne gelene söylemek
retail
önüne geleni kapar, ardına geleni teper
(Konuşma Dili) He's rude and hostile to everyone he comes into contact with
önüne gelenle yatmak
screw around
önüne gelenle yatmak
sleep around
önüne geçilmez
ineluctable
önüne geçilmez
unbridled
önüne geçmek
obviate
önüne geçmek
preclude
önüne geçmek
to nip (something) in the bud; to put a stop to; to check
önüne geçmek
head off
önüne geçmek
get ahead of smb
önüne katma
drive
önüne katmak
sweep before one
önüne katmak
drive
önüne katmak
sweep
önüne katmak
1. to drive (an animal) in front of one. 2. to force (someone) to go before one
önüne çıkmak
to appear suddenly in front of (someone); to waylay
göz önüne almak
consider

We have to take this problem into consideration. - Bu sorunu göz önüne almak zorundayız.

It is very important to consider the cultural background of the family. - Ailenin kültürel geçmişini göz önüne almak çok önemlidir.

göz önüne alma
consideration
gözler önüne sermek
show up
ön
forward

Please bring the matter forward at the next meeting. - Lütfen gelecek toplantıda maddeyi öne sür.

The old man leaned forward and asked his wife with a soft voice. - Yaşlı adam öne doğru eğildi ve karısına yumuşak bir sesle sordu.

göz önüne almak
allow
gözünün önüne getirmek
envision
toplum önüne ilk çıkış
debut
önüne geçmek
thward
önüne geçmek
avoid
göz önüne almak
keep in view
gözler önüne sermek
reveal
ön
first

Two weeks ago, I visited Disneyland for the first time. - İki hafta önce, ilk kez Disneyland ziyaret ettim.

One is judged by one's speech first of all. - Bir insan her şeyden önce konuşması ile değerlendirilir.

ön
(Dilbilim) proto
ön
(Bilgisayar,Dilbilim) initial

Tom carved his initials on the large oak tree in front of the school. - Tom okulun önündeki büyük meşe ağacına adının baş harflerini kazıdı.

ön
primary

My primary concern is your safety. - Benim öncelikli ilgim sizin güvenliğinizdir.

Where to go and what to see were my primary concerns. - Nereye gideceğim ve ne göreceğim benim öncelikli ilgilerim.

ön
(Tıp) posterior
ön
pre-

He bought the pre-cut pork loin. - O önceden kesilmiş domuz filetosu aldı.

The pre-Islamic Arabs were nomads. - İslam öncesi Araplar göçebeydiler.

ön
foreground

The couch is in the foreground next to the table. - Kanepe masanın yanında ön tarafta.

önüne geçmek
avert
göz önüne almak
take cognizance of
ön
fore

Water, forests, and minerals are important natural resources. - Su, ormanlar ve mineraller önemli doğal kaynaklardır.

Nobody can foresee what'll happen. - Kimse ne olacağını öngöremez.

ön
ventral
ön
frontal
ön
pre

His opinion is free from prejudice. - Onun görüşü önyargısızdır.

We have to take steps to prevent air pollution. - Hava kirliliğini önlemek için tedbirler almalıyız.

önüne geçmek
thwart
ön
precursor
bütün insanları göz önüne alan
takes into consideration all the people
göz önüne alınırsa
If taken into consideration
ön
the front

Tom always wants to sit in the front row. - Tom her zaman ön sırada oturmak ister.

Someone is at the front door. Go and see who it is. - Ön kapıda biri var. Git ve kim olduğunu anla.

ön
prelımınary
ön
at the front
ön
pro

The student has already solved all the problems. - Öğrenci tüm problemleri daha önce çözdü.

They know the importance of protecting the earth. - Dünyayı korumanın önemini biliyorlar.

adalet önüne çıkarmak
bring to justice
ak mı, kara mı, önüne düşünce görürsün
(Konuşma Dili) Don't worry about it now; you'll find out later
başı önüne eğilmiş
crestfallen
göz önüne almadan
regardless of
göz önüne almak
to allow for sb/sth, to make allowances for, to take sth into account, to take account of sth
göz önüne almak
(Hukuk) take into account
göz önüne almak
regard
göz önüne almak
look at
göz önüne almak
see
göz önüne serilme
burst
göz önüne sermek
to flaunt
göz önüne sermek
unfurl
göz önüne sermek
display
göz önüne sermek
unroll
gözler önüne serilmek
unfold
gözler önüne sermek
set out
gözler önüne sermek
display
gözler önüne sermek
show off
gözünün önüne gelmek
to conjure up a mental picture of
gözünün önüne getirmek
visualize
gözünün önüne getirmek
to visualize
gözünün önüne götürme
visualization
halkın önüne çıkmak
appear before the public
her şey göz önüne alınırsa
all things considered
inananların önüne atıldığı tekerlekli hint heykeli
Juggernaut
ismin önüne konan ünvan
prefix
ite ot, ata et vermek/in önüne ot, atın önüne et koymak
to give the wrong things to the wrong people
kuyruktakilerin önüne geçmek
to jump the queue
külahını önüne koyup/alıp düşünmek
to think about a matter long and hard, chew something over
mahkeme önüne çıkmak
(Hukuk) appear in court (to)
saçın ak mı, kara mı, önüne düşünce görürsün
(Atasözü) Don't bother to ask others about it; you'll learn it yourself soon enough
seyirci önüne çıkmak
appear before the public
toplum önüne çıkma
coming out
Ön
(Diş Hekimliği) vestibule
ön
the time immediately before one, the immediate future
ön
presence

At the party, one of his political opponents humiliated him in the presence of many guests. - Partide,onun politik rakiplerinden biri onu birçok misafirin önünde küçük düşürdü.

It's the first time I scream in presence of the manager. I saw a big cockroach on the table! - Yöneticinin önünde ilk kez çığlık attım. Masada büyük bir hamamböceği görmüştüm!

ön
initiative
ön
front; front part (of)
ön
ante

Tom connected the TV to the antenna that the previous owner of his house had mounted on the roof. - Tom TV'yi evin önceki sahibinin çatıya monte ettiği antene bağladı.

The conquest of İstanbul antedates the discovery of America. - İstanbul'un fethi, Amerika'nın keşfinden önce gelir.

ön
front; foreground; face; breast, chest; the future; front, foremost, forward; fore; prior; preparatory, preliminary; anterior, frontal
ön
space in front (of)
ön
precursory
ön
front; foremost; preliminary
ön
windshield

Tom was the one who broke the windshield of Mary's car. - Mary'nin arabasının ön camını kıran kişi Tom'du.

Tom wrote his name on every dirty car windshield in the parking lot. - Tom otoparktaki her kirli araba ön camına adını yazdı.

ön
windscreen
ön
advance

She finished her work an hour in advance. - O, işini bir saat önce bitirdi.

Please inform me of your absence in advance. - Lütfen yokluğunuzu önceden bana bildiriniz.

önüne geçmek
forstall
ıskoç eteğinin önüne asılan kürk torba
sporran
Türkçe - Türkçe

önüne teriminin Türkçe Türkçe sözlükte anlamı

Ön
(Osmanlı Dönemi) KUDDAMÎ
ön
Bir kimsenin ilerisi: "Bir aralık önümüzden şarkı sesleri geldi."- S. F. Abasıyanık
ön
Bir şeyin esas tutulan yüzü, arka karşıtı: "Beş on kişi, köşkün önünde toplandık."- M. Ş. Esendal
ön
Bir kimsenin ilerisi
ön
Giyeceklerin genellikle göğsü örten bölümü: "Uçuk siyah renkli çarşaf pelerinin önü açık."- P. Safa
ön
Civar, yöre
ön
Bir şeyin esas tutulan yüzü, arka karşıtı
ön
Giyeceklerin genellikle göğsü örten bölümü
ön
Bir şeyin esas tutulan yüzünün baktığı yer, karşı: "Altmış yaşında anamın önünde sigara içmek istemezdim."- B. Felek
ön
Bazı kelimelerin başına getirilerek kelimenin anlamına "önce olan" veya "ilk kavramı" katar
ön
Benzerler arasında bakılan veya gidilen yönde olan: "Ben, Anafartalar'da Mustafa Kemal'in bulunduğu en ön siperlerde de kurşun attım."- A. Gündüz
ön
Yakın gelecek zaman
ön
Bir şeyin esas tutulan yüzünün baktığı yer, karşı
ön
Benzerler arasında bakılan veya gidilen yönde olan
ön
pişigah
İngilizce - Türkçe

önüne teriminin İngilizce Türkçe sözlükte anlamı

kanka ayağına önüne gelene elleten kız
falan filan amk abazaları : D
önüne