çok

listen to the pronunciation of çok
Türkçe - İngilizce
much

John is not as old as Bill; he is much younger. - John Bill kadar yaşlı değil; çok daha genç.

If you eat too much you will become fat. - Çok fazla yersen şişmanlarsın.

many

You know many interesting places, don't you? - Çok enteresan yerler biliyorsun, değil mi?

He has many enemies in the political world. - Politik dünyada pek çok düşmanı var.

very

That tie suits you very well. - Bu kravat sana çok iyi uyuyor.

Understanding you is really very hard. - Seni anlamak gerçekten çok zor.

fair

Tom has a very fair complexion and burns easily in the sun. - Tom'un çok açık bir teni var ve güneşte kolayca yanar.

The teacher was very fair when she marked our exams. - Öğretmen, sınavlarımızda not verirken çok adildi.

good

I hear he is good at mahjong. - Onun Mahjong'da çok iyi olduğunu duydum.

I haven't a very good dictionary. - Benim çok iyi bir sözlüğüm yok.

affluent
ample
a lot

She likes her school a lot. - O okulunu çok seviyor.

He caused his parents a lot of anxiety. - Ailesini çok endişelendirdi.

abundant

Oil is abundant in that country. - Şu ülkede petrol çoktur.

Very large windows assure abundant natural daylight. - Çok büyük pencereler bol doğal gün ışığı sağlar.

plenty

Tom had plenty of chances to apologize, but he didn't. - Tom'un özür dilemek için çok fırsatı vardı, ama bunu yapmadı.

Tom should have plenty of time. - Tom'un çok zamanı olmalı.

dead

I'm not sure, but perhaps Tom is already dead. - Emin değilim ama belki de Tom çoktan öldü.

I am dead tired from walking around all day. - Bütün gün yürümekten çok yoruldum.

countless

He spent countless hours preparing for the test. - Teste hazırlanmak için çok saatler harcadı.

Countless stars were twinkling in the sky. - Gökyüzünde çok sayıda yıldız parlıyordu.

helluva
plenteous
exuberant

I was very exuberant. - Ben çok hayat doluydum.

lavish

Tom lives a very lavish lifestyle. - Tom çok savurgan bir yaşam tarzı sürdürüyor.

lots of

I couldn't sleep well last night because there were lots of things on my mind. - Kafamda çok şeyler olduğu için dün gece iyi uyuyamadım.

Listening to music is lots of fun. - Müzik dinlemek çok eğlenceli.

abounding
so much

He hurt his arm lifting so much weight. - Çok fazla ağırlık kaldırırken kolunu incitti.

You must not depend so much on others. - Diğerlerine çok fazla bağımlı olmamalısın.

numerous

When I went into his room, he showed me the numerous trophies he had won during the twenty years he had played golf. - Onun odasına girdiğimde, golf oynadığı yirmi yıl süresince kazandığı çok sayıda kupayı bana gösterdi.

There are numerous universities in Kyoto. - Kyoto'da çok sayıda üniversite var.

piping
hearty
deadly

Layla was a very deadly woman. - Leyla çok ölümcül bir kadındı.

like hell
heavy

The traffic was very heavy. The cars were lined up bumper to bumper. - Trafik çok yoğundu. Arabalar tampon tampona dizilmişti.

This desk was too heavy for Patty to lift. - Bu masa Patty'nin kaldırması için çok ağırdı.

bloody
plentiful

A buyers' market is a market in which goods are plentiful, buyers have a wide range of choices, and prices are low. - Bir alıcı piyasası malların bol olduğu, alıcıların çok çeşitli seçimlere sahip olduğu, ve fiyatların düşük olduğu bir piyasadır.

lot

She likes her school a lot. - O okulunu çok seviyor.

What a lot of books he has! - Onun ne de çok kitabı var!

innumerable
big

Tokyo is a very big city. - Tokyo çok büyük bir şehirdir.

It's very big of you to admit you're wrong. - Hatalı olduğunuzu kabul ettiğiniz için çok büyüksünüz.

hell of
badly

You must want this very badly. - Bunu çok fazla istemelisin.

We are badly in need of food. - Bizim çok fazla yiyeceğe ihtiyacımız var.

thick on the ground
multi-

New York is a multi-racial city. - New York çok ırklı bir şehirdir.

The city's multi-story buildings built in the 1940's are in danger of collapse. - Şehrin 1940'larda yapılmış çok katlı yapıları çökme tehlikesindeler.

most

It isn't a surprise that English is the world's most spoken language. - Hiç şüphe yok ki İngilizce dünyada en çok konuşulan dildir.

Mumbai is the most populous city in India and the second most populous city in the world. - Bombay, Hindistan'ın en çok nüfusa sahip şehridir ve dünyadaki ikinci en çok nüfusa sahip şehirdir.

unduly
hard

Understanding you is really very hard. - Seni anlamak gerçekten çok zor.

English is pretty hard, isn't it? - İngilizce çok zor, değil mi?

extensive

The damage is too extensive. - Zarar çok geniş çaplıdır.

a good deal

She spent a good deal of money on her vacation. - O, tatiline çok para harcadı.

We learn a good deal at school. - Biz okulda çok şey öğrendik.

numerously
manifold
jelly

Tom ate too many jelly donuts. - Tom çok sayıda jöleli börek yedi.

I like grape jelly best. - En çok üzüm jölesinden hoşlanırım.

a raft of
profoundly
sore

I have a sore throat because of too much smoking. - Çok fazla sigara içtiğim için boğazım ağrıyor.

If you eat too much of this food, you may get a sore throat. - Bu yiyeceği çok fazla yersen boğazın ağlayabilir.

bounteous
so
by far

This novel is by far more interesting than that one. - Bu roman ondan çok daha ilginç.

This novel is by far more interesting than that one. - Bu roman ondan çok daha fazla ilginç.

a great many

There were a great many boys and girls in the park. - Parkta çok sayıda erkek ve kız vardı.

Tom has collected a great many butterflies. - Tom pek çok kelebek topladı.

exceedingly
a great number of

As a result of the war, a great number of victims remained. - Savaşın bir sonucu olarak, çok sayıda mağdur kaldı.

A great number of students battled for freedom of speech. - Çok sayıda öğrenci konuşma özgürlüğü için savaştı.

myriad

There are a myriad of meats at the deli on the corner of Fifth and Harvey Street. - Beşinci Cadde ve Harvey Caddesinin köşesindeki şarküteride çok et vardır.

substantially
(Argo) heaps
dearly

Tom loved his mother dearly. - Tom annesini çok sevdi.

horrible

You must feel horrible. - Kendini çok berbat hissediyor olmalısın.

This medicine tastes horrible. - Bu ilaç çok kötü tadıyor.

eminently
tremendously

It hurts tremendously here. - Burası çok fazla ağrıyor.

It hurts tremendously here. - Burası çok fazla acıyor.

teem
high

The kangaroo jumps very high. - Kangurular çok yüksek sıçrarlar.

The price of this camera is very high. - Bu kameranın fiyatı çok yüksektir.

whaling
extreme

His ideas are too extreme for me. - Onun fikirleri benim için çok aşırı.

We rejected Tom's suggestion as too extreme. - Biz Tom'un önerisini çok aşırı olarak reddettik.

uncommonly
(Denizbilim) multy
multiple

Tom has multiple talents. - Tom'un birden çok yeteneği vardır.

The test was multiple choice. - Test çoktan seçmeliydi.

round

There's a lot of rain all the year round. - Yıl boyunca çok yağmur var.

Mary adores her baby's cute, round face. - Mary bebeğinin sevimli, yuvarlak yüzünü çok seviyor.

in earnest

It began to rain in earnest. - Çok yağmur yağmaya başladı.

killing
long

It won't be long before he returns home. - O çok geçmeden eve döner.

He began by saying that he would not speak very long. - O, çok uzun konuşmayacağını söyleyerek başladı.

far

He went so far as to call me a liar. - O, bana bir yalan söyleyecek kadar çok ileri gitti.

Jane's farewell speech made us very sad. - Jane'in veda konuşması bizi çok üzdü.

çok yönlü
versatile

Tom is a versatile kid. - Tom çok yönlü bir çocuk.

The programming language Java is highly versatile. - Programlama dili Java son derece çok yönlüdür.

çok önemli
(Hukuk) crucial

It's crucial for my girlfriend to be a hugger. - Kız arkadaşımın kucaklamayı seven biri olması çok önemli.

Sunday's match will be crucial. - Pazar günkü maç çok önemli olacak.

çok fazla
too much

You must not eat too much ice-cream and spaghetti. - Çok fazla dondurma ve spagetti yememelisin.

If you eat too much you will become fat. - Çok fazla yersen şişmanlarsın.

çok korkutmak
terrify
çok önemli
vital

Your help is vital to the success of our plan. - Senin yardımın planımızın başarısı için çok önemlidir.

It's absolutely vital that we get to Tom Jackson's office by 2:30. - 2.30'a kadar Tom Jackson'ın ofisine gitmemiz kesinlikle çok önemlidir.

çok komik
very funny

I think that was very funny. - Sanırım o çok komikti.

That comedian is very funny. - O komedyen çok komik.

pek çok
very much

We didn't talk very much. - Biz pek çok konuşmadık.

en çok
most

Windows is the most used operating system in the world. - Dünyada en çok kullanılan işletim sistemi Windows'tur.

Mumbai is the most populous city in India and the second most populous city in the world. - Bombay, Hindistan'ın en çok nüfusa sahip şehridir ve dünyadaki ikinci en çok nüfusa sahip şehirdir.

az çok
more or less

Do not be shy. Your pronunciation is more or less correct. - Utanma. Telaffuzun az çok doğru.

She's more or less my age. - O az çok benim yaşımda.

çok yönlülük
versatility
çok az
too little

We think too much and feel too little. - Çok fazla düşünüyoruz ve çok az hissediyoruz.

One enemy is too much, a hundred friends is too little. - Bir düşman çok fazla, yüz arkadaş çok az.

çok istemek
crave
çok çirkin
outrageous

What Tom said was outrageous. - Tom'un söylediği çok çirkindi.

çok istenen şey
prize
çok miktar
muckle
çok soğuk
freezing

It's freezing out here. - Burada dışarısı çok soğuk.

It's freezing in here. - Burada hava çok soğuk.

çok yaşa
bless you!
çok az
slightly

You may be right, but we have a slightly different opinion. - Haklı olabilirsin, ama bizim çok az farklı bir görüşümüz var.

Tom sounded slightly jealous. - Tom çok az kıskanç görünüyordu.

çok büyük sayıda
myriad
çok daha fazla
much more
çok dikkatli
meticulous
çok dil bilen
multilingual
çok etkili şey
blockbuster
çok geçmeden
before long

Spring will be here before long. - Bahar çok geçmeden burada olacak.

I hope the bus will come before long. - Umarım otobüs çok geçmeden gelir.

çok hücreli
multicellular
çok ince kumaş
zephyr
çok istemek
aspire
çok istemek
covet
çok kötü
(Gıda) very bad

His behavior, as I remember, was very bad. - Onun davranışı, benim hatırladığım gibi, çok kötüydü.

Telling lies is a very bad habit. - Yalan söylemek çok kötü bir alışkanlıktır.

çok kötü
terrible

I think something terrible has happened to Tom. - Sanırım Tom'a çok kötü bir şey oldu.

Is it really so terrible? - O gerçekten çok kötü mü?

çok kötü durumda
at a low ebb
çok yaşa
God bless you
çok yaşa
viva
çok yönlü
well-rounded

Tom is a well-rounded person. - Tom çok yönlü bir kişi.

Tom is a well-rounded individual. - Tom çok yönlü bir birey.

çok yıllık
perennial
çok zayıf
skinny

Why are you so skinny? - Neden bu kadar çok zayıfsın?

çok çalıştırmak
overwork
çok ısınmak
overheat
çok giyilmiş
worn
çok güzel kız
peach
çok dar (giysi)
skintight
çok derin deniz
abyssal
çok düzenli
like clockwork
çok düzenli
precisely
çok düzenli
smoothly
çok düzenli bir şekilde
in apple-pie order
çok geç
at all hours
çok geç
too late

The order came too late. - Sipariş çok geç geldi.

The British acted too late. - İngilizler çok geç davrandı.

çok geç olmadan
before it's too late
çok güvenilir
as good as gold
çok güvenmek
swear by
çok güzel
peachy
çok güzel
fine as a fiddle
çok güzel
divine
çok güzel
how about that?
çok güzel
ethel
çok güzel
(Argo) going off
çok güzel
super
çok güzel
adorable

She is an adorable woman. - O çok güzel bir kadın.

Aren't they adorable? - Onlar çok güzel değil mi?

çok güzel
very beautiful

Seen from the sky, the island was very beautiful. - Gökyüzünden görüldüğünde,ada çok güzeldi.

Seen from the sky, the island was very beautiful. - Gökyüzünden bakıldığında ada çok güzeldi.

çok güzel
spiffy
çok güzel
terrific
çok güzel
admirable
çok güzel
very good

The dinner was very good. - Akşam yemeği çok güzeldi.

Very good! You did an excellent job. - Çok güzel!Çok başarılı bir iş çıkardın.

çok güzel
inspired
çok güzel
(Argo) cool

It would be so cool if I could speak ten languages! - On dil konuşabilsem, çok güzel olur!

This website is so cool. - Bu web sitesi çok güzel.

çok güzel
scrumptious
çok güzel
spiffing
çok güzel
fabulous
çok güzel
magical

This fantasy book is a succession of really flashy magical spells and that makes it boring instead. - Bu fantezi kitap gösterişli çok güzel büyülerin bir birbirini izlemesidir ve onun yerine bu onu sıkıcı yapar.

çok güzel
that's great
çok güzel
slashing
çok güzel
(Konuşma Dili) a heaven on earth
çok güçlü
all powerful
çok güçlü
steel
çok güçlü
high-power
çok güçlü
concentrated
çok güçlü
concerted

Despite concerted effort by the government and private actors, the language's future is bleak. - Hükümet ve özel aktörlerin çok güçlü çabalarına rağmen dilin geleceği umutsuzdur.

çok güçlü
high-powered
çok hafif (sesle)
(Muzik) pianissimo
çok ilginç
fascinating

This is a fascinating article. - Bu çok ilginç bir makale.

çok ilginç
how about that?
çok iğneli olta takımı
otter
çok korkunç
monstrous
çok kötü
abysmal
çok kötü
ghastly
çok kötü
vicious
çok kötü
unspeakable
çok kötü
atrocious
çok kötü
diabolical
çok kötü
bad

How's it going? Not too bad. - Nasılsın? Çok kötü değil.

Telling lies is a very bad habit. - Yalan söylemek çok kötü bir alışkanlıktır.

çok kötü
how about that?
çok kötü
egregious
çok kötü
abominable
çok kötü
evil

Some people are evil. - Bazı insanlar çok kötüdür.

There is much evil in the world. - Dünyada çok kötülük var.

çok kötü
deplorable

The road is in a deplorable state. - Yol çok kötü durumda.

çok kötü
nefarious
çok kötü
execrable
çok kötü
unmentionable
çok kötü
miserable

The experiment resulted in a miserable failure. - Deney çok kötü bir başarısızlıkla sonuçlandı.

The weather was miserable yesterday. - Hava dün çok kötüydü.

çok kötü
criminal
çok kötü
sad
çok kötü
wretched
çok kötü
awfully
çok küçük
wee
çok küçük
smallest

Moncalvo is the smallest Italian city. - Moncalvo çok küçük bir İtalyan şehridir.

çok küçük
fractional
çok küçük
diminutive
çok küçük
(Tıp) nano-
çok küçük
x-small
çok küçük
tiny
çok sayıda tür
(Bilgisayar) multiple types
çok soğuk (mevsim/hava)
hard
çok taraflı
(Hukuk) multilateral
çok uzun süre
aeon
çok yük
(Bilgisayar) high load
çok yüksek
(Askeri) very high

The kangaroo jumps very high. - Kangurular çok yüksek sıçrarlar.

The price of this camera is very high. - Bu kameranın fiyatı çok yüksektir.

çok yüksek
(Ticaret) exorbitant
çok zaman önce
a long time ago
çok çekici
tempting

I have to admit it's very tempting. - Onun çok çekici olduğunu kabul etmeliyim.

çok çirkin
hideous
çok önce
long before
çok önem taşımak
be of capital importance
çok önemli
sacrosanct
çok önemli
critical
çok önemli
considerable
çok önemli
a matter of life or death
çok önemli
fateful
çok önemli
a matter of life and death
çok önemli
red-letter
çok önemli
big deal

It's a very big deal. - Bu çok önemli bir konu.

I thought this wasn't a big deal. - Bunun çok önemli olmadığını düşündüm.

çok önemli
all-important
çok özür dilerim
i'm so sorry
çok üzgün
sick at heart
çok üzücü
heartbreaking
çok üzücü ve acıklı
tragic
çok üzülmek
deplore
çok-boyutlu
(Bilgisayar) multidimensional
çok sevinme
joy
çok daha
a great deal
çok sayı
dozen

I have a dozen reports to read. - Okuyacak çok sayıda raporum var.

Tom gave me a dozen cookies in a plastic bag. - Tom bana plastik bir torba içinde çok sayıda kurabiye verdi.

çok aldatıcı, çok desiseci
very catchy, very desise process
çok anlayışlı ve sezgili kimse
very insightful and sentient person
çok da umrumda
I don't (really) care
çok değil
not so much

çok değil ama olmasını istiyorum.

çok etkileyici
very impressive
çok isabetli
very accurate
çok sarhoş
very drunk
çok sinirlendirmek
to get very angry
çok yanlı antlaşma, cok taraflı antlaşma
(Ticaret) multilateral agreement
Türkçe - Türkçe
Sayı, nicelik, değer, güç, derece vb. bakımından büyük ve aşırı olan, az karşıtı: "Bana matematik çok kolay geldi."- F. R. Atay
Sayı, güçlük, süre vb. bakımından aşırılık bildirir: "Sanırım ki anamı daha çok severim."- M. Ş. Esendal
Sayı, nicelik, değer, güç, derece vb. bakımından büyük ve aşırı olan, az karşıtı
Sayı, güçlük, süre vb. bakımından aşırılık bildirir
(Osmanlı Dönemi) UKAMİS
fena
deste
(Osmanlı Dönemi) UBR
geniş

New York'un caddeleri çok geniştir. - New York'un caddeleri çok geniş.

New York'un caddeleri çok geniş. - New York'un caddeleri çok geniştir.

düzine
(Osmanlı Dönemi) HUFAL
(Osmanlı Dönemi) NİHAYET
molto
piu
(Osmanlı Dönemi) kesîr
çok çok
En çok, en son, olsa olsa
Çok az
bir damla
Çok az
kıl payı
Çok az
apaz
Çok az
tadımlık
Çok az
kırk para
Çok az
bir karış
Çok büyük
ulu
Çok büyük
(Osmanlı Dönemi) MEFRAT
Çok derin
(Osmanlı Dönemi) KAUR
Çok derin
depderin
Çok eşli
poligam
Çok eşlilik
poligami
Çok fazla
dağ taş
Çok fazla
derecesiz
Çok geçmeden
yakında
Çok güzel
güpgüzel
Çok güzel
harikulade
Çok istemek
ısrar etmek
Çok iyi
pekala
Çok kötü
besbeter
Çok kötü
afet
Çok kötü
felaket
Çok küçük
küçücük
Çok sesli
polifonik
Çok seslilik
polifoni
Çok sevinme
(Osmanlı Dönemi) BATAR
Çok sevmek
bir şey için veya bir şeye deli olmak
Çok sevmek
deli olmak
Çok yönlü
polifonik
Çok önemli
ehem
Çok şey
(Osmanlı Dönemi) MECNEB
çok bilen
alçime
çok bilmiş
ecemiş
çok eşli
Aynı zamanda birçok kadınla evli olan (erkek) veya birçok erkekle evli olan (kadın), poligam
çok eşlilik
Karı veya kocadan herhangi birinin birden çok sayıda olmasının toplumsal olarak onayladığı evlilik biçimi, poligami
çok gizli
ektem
çok güzel
(Osmanlı Dönemi) cemile
çok hızlı
assai
çok iyi
ala
çok renkli
polikrom
çok sesli
Birçok değişik sesin bir araya gelmesiyle yapılan (müzik), polifonik
çok sesli
Çok seslilikle ilgili, polifonik
çok sesli
Dilde birçok sesi bildiren (harf), polifonik
çok seslilik
Birçok sesi müziğe uygun olarak yazma sanatı, polifoni
çok seslilik
Dilde bir harfin birden çok sesi karşılaması niteliği, polifoni
çok seslilik
polifonik
çok uluslu
İki veya daha çok ulusla ilgili olan; çeşitli ulusların katıldığı ortaklık
çok yönlü
Birçok konuda bilgi ve çalışması olan
çok yönlü
İkiden çok yönü olan
İngilizce - Türkçe

çok teriminin İngilizce Türkçe sözlükte anlamı

çok programlı lise
Multi-programme high school
çok uluslu
multi national