He tried solving the problem.
- Problemi çözmeyi denedi.
Takeo is engrossed in solving mathematical problems.
- Takeo matematik problemlerini çözmeye dalmış.
It is no use trying to solve the riddle.
- Bilmeceyi çözmeye çalışmanın faydası yok.
It was a difficult problem to solve.
- Çözmesi zor bir problemdi.
The solution of the puzzle required no time.
- Bu bulmacayı çözmek zaman gerektirmedi.
Tom had trouble resolving the situation.
- Tom'un durumu çözmede sorunu vardı.
I don't have a decryption program.
- Bir şifre çözme programım yok.
I had difficulty working out the problem.
- Sorunu çözmede zorluk çektim.
The police set out to solve the crime.
- Polis, suçu çözmek için yola çıktı.
John tried in vain to solve the problem.
- John sorunu çözmek için boşuna uğraştı.
Why is it necessary to resolve conflicts?
- Neden bu çatışmayı çözmek gerek?
It is impossible to resolve the conflict.
- Bu çatışmayı çözmek imkansız.
I can't untie this knot.
- Bu düğümü çözemiyorum.
Tom held the knife between his teeth as he untied the knot.
- Tom düğümü çözerken bıçağı dişlerinin arasında tuttu.
It's almost impossible to work out this problem.
- Bu sorunu çözmek hemen hemen imkânsız.
It's almost impossible to work out this problem.
- Bu sorunu çözmek hemen hemen imkânsız.
I'm working with the police to solve his murder.
- Onun cinayetini çözmek için polis ile birlikte çalışıyorum.
What do you think is the best way to settle this conflict?
- Sizce bu anlaşmazlığı çözmek için en iyi yol nedir?
We should not resort to arms to settle international disputes.
- Uluslararası anlaşmazlıkları çözmek için silahlara başvurmamalıyız.
Why is it necessary to resolve conflicts?
- Neden bu çatışmayı çözmek gerek?
It's gonna be difficult to resolve this case.
- Bu davayı çözmek zor olacak.
It's not going to be easy to decode.
- Şifreyi çözmek kolay olmayacak.
The office staff worked quickly and efficiently to resolve the problem.
- Ofis çalışanları problemi çözmek için hızlı ve etkili çalıştılar.
It is impossible to resolve the conflict.
- Bu çatışmayı çözmek imkansız.
I don't have a decryption program.
- Bir şifre çözme programım yok.
Tom held the knife between his teeth as he untied the knot.
- Tom düğümü çözerken bıçağı dişlerinin arasında tuttu.
Hold on a minute. My shoelaces are untied.
- Bir dakika bekle. Ayakkabı bağlarım çözülmüş.
I'm trying to work out this problem.
- Bu sorunu çözmeye çalışıyorum.
It took me half an hour to work out this problem.
- Bu problemi çözmem yarım saatimi aldı.
He solved the problem in five minutes that I had struggled with for two hours.
- Benim iki saat uğraştığım problemi beş dakikada çözdü.
You could have solved this puzzle with a little more patience.
- Biraz daha sabırla bu bulmacayı çözebilirdin.
Takeo is engrossed in solving mathematical problems.
- Takeo matematik problemlerini çözmeye dalmış.
He tried solving the problem.
- Problemi çözmeyi denedi.
This is how I solved the problem.
- Bu benim problemi nasıl çözdüğümdür.
He was able to solve the problem with ease.
- O,kolaylıkla problemi çözebildi.
Today, we are going to unravel the mystery of the English subjunctive.
- Bugün, İngilizce dilek kipinin gizemini çözeceğiz.
As the story advances, the mystery unravels.
- Hikaye ilerledikçe gizem çözülür.
Sugar dissolves in hot water.
- Şeker sıcak suda çözülür.
Sugar dissolves in warm coffee.
- Şeker sıcak kahvede çözünür.
Investigators are trying to decipher what happened.
- Müfettişler ne olduğunu çözmeye çalışıyor.
It's not going to be easy to decode.
- Şifreyi çözmek kolay olmayacak.
We have to figure out where Tom hid his money.
- Tom'un parasını nereye sakladığını çözmek zorundayız.
Tom is trying to figure out a way to solve the problem.
- Tom, sorunu çözmek için bir yol bulmaya çalışıyor.