O, takriben seninle aynı yaştadır.
- He's about the same age as you are.
Takriben senin yaşındayız.
- We are about your age.
Hemen hemen her şeye alışabilirim.
- I can get used to just about anything.
İnsanlara Lise yıllarında en çok pişman olduğunuz şey nedir? diye sorduğumda, hemen hemen hepsi aynı şeyi söylerler: Zamanımızın çoğunu boşa harcadık.
- When I ask people what they regret most about high school, they nearly all say the same thing: that they wasted so much time.
Beynin fonksiyonu hakkında çalışıyorlar.
- They study about the function of the brain.
Diğerleri hakkında kötü şeyler söyleme.
- Don't say bad things about others.
Tom istediği bir şeyi almak için aşağı yukarı yeterince zengin.
- Tom is rich enough to buy just about anything he wants.
Aşağı yukarı katlanabileceğimin hepsi bu kadar.
- This is about all I can put up with.
Öyle şeyler konusunda bilgim yok.
- I don't know about things like that.
O fiyat değişikliği konusunda bir uyarı koydu.
- He put up a notice about the change in price.
Bahçenin etrafında yüksek bir duvar vardı.
- There was a high wall about the garden.
Güneşin Samanyolu etrafında tam bir tur atması yaklaşık 230 milyon yıl alır.
- It takes the Sun about 230 million years to make one complete orbit around the Milky Way.
Bir yarışmada güreşçinin sağ bacağı kırıldı.
- The wrestler had his right leg broken in a bout.
Bir yarışmada güreşçinin sağ bacağı kırıldı.
- The wrestler had his right leg broken in a bout.
Titiz bir hakem maçı bozabilir.
- A fussy referee can ruin a bout.
Tom'un boks maçı son raunda kadar sürdü.
- Tom's bout went the full distance.
Tom, Vikingler'in dünya tarihine etkileri üzerine beş dakikalık bir sunum yaptı.
- Tom gave a five-minute presentation about the influence of the Vikings on world history.
Bir parça kağıdın üzerine, yanınızda oturan kişi hakkında hoşlandığınız bir şey yazın lütfen.
- Please write, on a piece of paper, something you like about the person sitting next to you.
Onun evi buralarda bir yerde.
- His house is somewhere about here.
Buralarda bir kulübe vardı.
- There used to be a hut about here.
Tom'un boks maçı son raunda kadar sürdü.
- Tom's bout went the full distance.
Kanser hastaları sıklıkla bulantı nöbetlerini azaltmakla uğraşmak zorundadır.
- Cancer patients often have to deal with debilitating bouts of nausea.
Bir nöbet yaklaşık beş dakika sürer.
- A bout lasts about five minutes.
Tom ayağa kalktı ve etrafına baktı.
- Tom stood up and looked about.
Tom ve arkadaşları ateşin etrafına oturdular, iyi eski günlerden bahsettiler.
- Tom and his friends sat around the fire, talking about the good old days.
Bir yarışmada güreşçinin sağ bacağı kırıldı.
- The wrestler had his right leg broken in a bout.
Bir nöbet yaklaşık beş dakika sürer.
- A bout lasts about five minutes.
a bout of flu.
a bout of fighting.
they're talking bout you!.
The last two rounds must be ploughed shallower, and on the last bout the strip left should be one furrow width for a two-furrow plough, two for a three-furrow, and so on.
The poet Dylan Thomas, a regular, died after a drinking bout there in 1953.