O, iyi bir çocuktur ve güçlüdür.
- He is a good boy, and he is strong.
İki insan birbirlerini mükemmel şekilde anlıyorlardı, ve birbirlerinin güçlü niteliklerine karşılıklı saygıları vardı.
- The two men understood one another perfectly, and had a mutual respect for each other's strong qualities.
Kuvvetli bir rüzgar vardı.
- There was a strong wind.
Bütün gün boyunca kuvvetli bir rüzgar esti.
- A strong wind blew all day long.
Bu kahve gerçekten sert.
- This coffee is really strong.
Tom'un içkisi seninkinden ya da benimkinden daha sert.
- Tom's drink is stronger than yours or mine.
Mukavva, kağıttan daha mukavemetlidir.
- Cardboard is stronger than paper.
Bu çay çok demli. Biraz su ekle.
- The tea is too strong. Add some water.
Demli ve koyu kahvemi sevme tarzımdır.
- Dark and strong is how I like my coffee.
Onun el sıkışması çok güçlüdür.
- His handshake is very strong.
Onun el sıkışması çok güçlü.
- His handshake is too strong.
Bu merdiven benim ağırlığımı taşıyacak kadar güçlü mü?
- Is this ladder strong enough to bear my weight?
Bu ağır metal kutuları taşımak için yeterince güçlüyüm.
- I'm strong enough to carry those heavy metal boxes.
Hokkaido'daki şiddetli deprem geniş çaplı hasara neden oldu.
- The strong earthquake in Hokkaido caused extensive damage.
Tom'un Mary'ye olan yoğun ilgisi, bende şiddetli bir kıskançlık hissi uyandırdı. Ama belli etmedim.
- Tom's strong interest in Mary provoked my jealousy. But I managed to conceal.
Karton, kağıttan daha sağlamdır.
- Cardboard is stronger than paper.
Bu ipin yeterince sağlam olduğunu düşünüyor musun?
- Do you think this rope is strong enough?
İhracaatlar güçlüyken, ithalatlar istikrarlı kalırken ülkenin ticaret dengesi geçen yıl gelişti.
- The nation's trade balance improved last year as exports were strong, while imports remained steady.
O,İngilizceyi istikrarlı bir Alman aksanıyla konuşur.
- He speaks English with a strong German accent.
O, dürüst, güçlü ve kararlar vermek için istekliydi.
- He was honest, strong, and willing to make decisions.
Tom çok iradeli bir kişi.
- Tom is a very strong-minded person.
O ürkek görünüyor, ama o aslında iradeli bir kişidir.
- She seems timid, but she's actually a strong-willed person.
Boğa boğa güreşçisinden daha güçlüdür ama o neredeyse her zaman kaybeder.
- The bull is stronger than the bullfighter, but he almost always loses.
Bu kahve benim için çok koyu.
- This coffee is too strong for me.
Ben kahvemi koyu severim.
- I like my coffee strong.
Kyoto'yu ziyaret etmeni şiddetle öneriyorum.
- I strongly suggest you visit Kyoto.
John Rutledge şiddetle karşı çıktı.
- John Rutledge disagreed strongly.
Britanya halkı köleliğe kuvvetle karşı çıktı.
- The British people strongly opposed slavery.
Mariko'nun anne babası, onun bir Amerikalı ile evlenmesine kuvvetle karşılar.
- Mariko's parents are strongly opposed to her marrying an American.
The man was nearly drowned after a strong undercurrent swept him out to sea.
Jake was tall and strong.
a strong verb.
The enemy's army force was five thousand strong.
He is strong in the face of adversity.
... our alliance with europe remains the strongest the world has ever known ...
... prepared for the spring after this strongest five-year stretch a farm ...